Perşembe, Nisan 15, 2010

GİTME...

Seni çocukluğumdan beri bana söylediğin ve hiç bir zaman anlamadığım şarkılarınla hatırlıyorum...
Beraber mutfağa girip  annemden gizli yaptığımız limonatalarla...
Ve yine annemden gizli gizli verdiğin çikolatalar şekerlemeler geliyor aklıma,
Çürüyen dişlerime rağmen bana kıyamadığın zamanlarda...
Gitme!

Saçlarımla oynayarak, sırtımı kaşıyarak uyutuşun beni...
Film izliyor gibiyim.
Başrolde Sen!
Yardımcı oyuncun ben...
Gitme!

Sol gözünün neden kapandığını asla anlayamadığım ya da anlatamadığın hikayelerini düşünüyorum tekrar tekrar...
Hala anlamlandıramıyorum...
Bekçi, bekçi düdüğü, gece
Yok, hayır birleşmiyor bir türlü.
Hadi uyan ve yeniden anlat bana bu masalını...
Ne olur anlatmadan terketme bizi,
Gitme!

Kız kardeşin Elmas'a beraber yazdığımız mektuplar öyle işlemişki beynime,
Her biri mıh gibi hafızama kazınmış, öyle dolaşıyor aklımın köşesinde...
"Birtanecik kardeşim Elmas,..." diye başlayıp,
"Hasretle gözlerinden öperim." diye bitirdiğimiz mektuplar...
Yine yazalım ne olur anane!
Gitme!

Her bayramın yegane cimcimesiydim, biliyorum senin en sevdiğindim...:)
Bayramlarda, artık benden küçük torunların olmasına ragmen, hala kolonya dökme görevimden emekli etmediğin için beni teşekkür ederim...
Bu en büyük kanıtıydı çünkü,
En önemli görev; en sevdiğine, en güvendiğine verilen görevdir...
Bir gün beni bırakıp gideceğini biliyorum...
Ama o gün bugun olmasın!
Hazır değilim çünkü sensiz hayata,
Sensiz bayramlara...
Gitme!

Bütün çocuklarını tek başına aynı çatı altında toplamak senin işin ananecim!
Senden başkası yapamaz bunu.
İşte bu yüzden,
Gitme!

Bu lanet hayata göğüs gerdin bir başına,
Ne kayıplar verdin, yıkılmadın...
Şimdi olmaz...
Gitme!


Kocaman ailenin hem anası hem babası oldun.
Benimse en yakın arkadaşım!
Şimdi,
Bir anda,
Bırakıp gidemezsin, izin vermiyorum!
Gitme!

İnsanın elinin kolunun bağlı olması, aciz olması en çok canımızı acıtan.
Hiç birşey yapamıyorum,
Elimden hiç birşey gelmiyor.
Oturup güzeller güzeli pamuk ellerinle başımı okşamanı beklemekten ve dua emekten başka!
Hiç birşey...
Gitme!

İki bacaklı şeytanım olacak daha, sana getireceğim, elini öpücek...
Gidemezsin hiç bir yere !
Gitme!

Ne yollardan geçtin sen!
Buna yenilemezsin...
Ne olur bırakma bizi!

Kanım çekiliyor düşünmek istemiyorum...
Tanrım!
Ananemi bize bağışla!
Yarın sabah gözlerini açmasını sağla...
Anane! duyuyorsun beni biliyorum,
Gitme!

Seni ziyaret edemediğim için üzgünüm son zamanlarda...
Affet beni...
Biraz önce o kapının ardındaydım ama içeri giremedim.
Şimdi döktüğüm gözyaşlarımın hiçbir anlamı yok biliyorum...
Yanında olabilsem şuan,
Koynuna sokulsam,
Saçlarımı okşasan...
Yine bebeğin olsam,
Yine uyutsan beni keşke...
Sabah seninle uyansam...
Gitme!

Ne olur uyan!
Aç gözlerini!
Çok zorlanıyorum nefes alırken...
Sensiz çok zor işte.
Gitme!

Avaz avaz susuyorum,
Gözyaşlarımı içime akıttıkça zehirleniyorum...
Çok soğuk!
Üşüyorum...
Sarıl bana,
Isıt içimi...
İhtiyacım var sana!
Gitme...

Çarşamba, Nisan 14, 2010

Üj Bej:)

Trakya insanını seviyorum...
Rahatlar, İstanbul'lular gibi aceleci değiller hiç!
Hele ki o keyifli konuşmalarıyla süslenmiş içki masaları...
İnsanın ömrüne ömür katıyor.
İstanbul çocuğuyum ben!
Koşuşturmaların, kaos ortamının göbeğinde büyümüş bir İstanbul kızı:)
Trakya'da çalışmaya başlayınca gördüm nasıl içten olduklarını...
Her gün, -çogu zaman daha güneş doğmadan- evimden çıkıp buraya geliyorum...
Neyse ki günler uzamaya başladı da güneşin pırıltılarına şahit olabildiğim iş günleri geldi...
Tek dertleri rakıyı açıp oğlağı çevirmek...
Yanında birde insanı kahkalara boğan, güldükçe karın doyuran rakı sofrası muhabbetleri varsa değmeğin keyiflerine.

"Cemre düştü. Üj bej haftaaa pikneee gidiveririz be ya! Takarız şişe çeviriveririz oğlağı. Aaaçtıkmıydı yanına da yaş üzüm rakımızı oooohh mis! Sen içebiliyon mu rakı? Ağır gelmesin, çarpmasın seni:) Sıkma tatlı canını, güneş açtı, uzanıverdinmiydi otlara bişeyciğin kalmaz a benim güzel kızım."

Çalıştığım şirketin en keyifli yanı, işte bu güzel, neşeli insanlarla sohbet edebilme şansı. Yoksa çekilir çile değil her sabah 5 buçukta sıcacık yatağından çıkıp yollara düşmek...

Salı, Nisan 13, 2010

MİS KOKULU PİS AŞKIM :)

Tam 5 yıl önceydi...
Hayatıma yeni kimliğinle girdiğin o gün!...
Evet! 
Tam 5 yıl önce bugün...
Ben O'nunla geldim seni karşılamaya,
Sen O'nu bırakıp geldin. 
Özlemiştim!
Öyle bir özlem ki bu, yüreğim çırpınıyor, heyecanımı farkettirmekten delicesine korkuyordum sana, O'na ve hatta en yakınlarıma...
21 yıldır aradığım sendin...
Hep vardın gibi, çünkü hep benimleydin...
İlk gördüğümde bile tanıyor gibiydim seni!
O merdivenlerde dikilmiş, kocaman ve içten bir gülümsemeyle "merhaba" derken...
Doğumumda bile yanımdaydın sanki!
İşte o kadar tanışığıydın yüreğimin...
Bir insanın ciğerini bilmek diye bir şey varsa, o sendin işte! 
Ben senin, sen benim ciğerlerimizin içini biliyorduk...
İkimizde aynı yanılgıya, karmaşıklığa düştük bundan tam 5 yıl önce...
Dosttuk, arkadaştık, sırdaştık...
Aşk olalım istedik!
Korktuk!
Riske attık öncemizi,
Sonra'mız olduk o an!
Karıştık...


Uyurken izledin beni,
Dünyanın en güzel hissiydin sen!
Uyandım, içimi ısıtan gözlerini gördüm,
Yaşadığım en deli aşktın sen!
Huzurdun, kıskançlıktın, mutluluktun, masumiyettin!
Çoğu zaman özlemdin...
Herşeye göğüs gerecek sevgiydin.
Bir gün!
Gitmek istedin.
En acısı da, onu bile benden istedin...

Farkettin mi ?
Hala gidemedin...

Ben, Sen, O!

Yaşanan, hissedilen, bazen inanılmaz bazen de basit gelen duygular vardır...
Kadınım,
Kadınsın,
Kadın!
Ya da Erkek!
Farketmez...
İnsan olmaktır önemli olan.
Ve insansan eğer çelişkilerin, karmaşıklıkların,
beynine veya kalbine ve hatta her ikisine birden hükmedemediğin bir hayatta yaşıyorsundur!
Bu senin.
Sana ait!
Sen yazarsın sana bahşedilen ömürlük defterini...
Bu zaman zaman senin özgeçmişindir; kullanır, kariyer yaparsın, zaman zaman da hayat hikayendir; oturup kitap yazarsın...
İçindeki herşey sana aittir. Senin el yazınla, silgi izinle, senin hissettiklerinle, yaşadığın sevinçler ve acılarla, elde ettiğin başarılar ve sayfalarına döktüğün gözyaşlarınla var olmuştur çünkü...
Hayır!
Artık hayır!
Kabul etmiyorum "Bu hayat bana dayatıldı, bu şekilde yaşamak zorundayım" zırvalarını!
Ne yaparsan yap, sen yapıyorsun ve ne söylersen söyle, sadece kendin için söylüyorsundur...
Dedim ya; İnsansan eğer yaşadıklarının sorumlusu sensin!
Ne ailene, ne arkadaşlarına, ne de Tanrıya yükleyemezsin sorumluluklarını...
Altında ezilmekse korkun ağır hayatlar yaşamayacaksın!
Üstesinden geliyorsa bedenin sorumluluklarını bilecek, sonuçlarına katlanacaksın!
Yaşamak ve söylemek istediğin çok fazla şey varsa, ve hepsinin birbirine karışmasından korkuyorsan benim gibi, sadece derin bir nefes alıp o "An"ı yaşa, daha fazla karmaşıklaştırma hayatını, benim yaptığım gibi...
Korkma!
Korkma sakın!
Bırak hayat senden korksun...
Artık benim dediğim gibi;
" Hey Dünya! Savun kendini. Ben geliyorum! Sırtım dik, yüzümde kocaman bir gülümse, mangal yüreğim ve minicik ellerimle...:) "

AşkıN Rengİ

Ne masallar anlattılar "AŞK"a dair,
Ve ne şarkılar yazıldı AŞK üstüne,
Kimi zaman Felsefik kimliğimizi kullandık AŞK'ı anlatmak için,
Kimi zaman Şairliğimizi...
Hepsi doğruydu,
Hepsi farklı!
Ve hepsi yanlıştı belkide...
Ama rahatlattı!
Kalbimizde, midemizde sıkışan sözcükleri dışarı vurmaktı bizi rahatlatan!

Hepimiz AŞK'ı farklı renklerde yaşadık.
Kimimiz şehvetin rengiyle KIRMIZIlara boyadı dünyayı,
Bir diğerimiz huzur buldu O'nun kollarında derin MAVİlikte,
PEMBEye bürünüp masum AŞK'ı yaşayanımızda oldu,
TURUNCUnun verdiği enerjiyle ruzgara karşı koşmaya, yer çekimine karşı uçmaya çalışanlarımızda...
Melankolik olduğu için MOR dünyaya terkedilenimizde oldu,
İlahi AŞK'a ulaşanımızda...

Sözün özü aşkı kelimelerle sınırlandıramadık!
Herkes, herşey farklı yaşadı AŞK'ı!
Farklı renklerde,
Farklı hayatlarda,
Farklı boyutlarda...

Pazartesi, Nisan 12, 2010

Bakış Açısı

Denizin mavi olduğunu söylediler bana,
"YEŞİL O!" dedim...

Israrla mavi olduğunu vurguladılar...
Çizdiğim,boyadığım resimlerde yeşile boyadığım denizler yüzünden eleştirildim çoğu zaman...

"DENİZ MAVİ" dediler!

Yeşildi o benim gördüğüm denizler, yeşildi hep!
Kırların bahçelerin yeşilinden daha başka bir yeşilin tonunu taşıyordu benim denizlerim...

Farkettim ki, ben hem dışından hem içinden bakmışım denizin rengine, onlarsa hep dışarıdan bakmışlar sonsuz maviliğime...
Gözlerine yapışan o yalancı gözlükmüş aslında onları yanıltan.

Empati kuramamışlar, ben kurdum!
Denizin yerine koydum kendimi.
İçine girdim, deniz oldum.
Adımın deniz, gözlerimin yeşil olduğunu hayal ettim...
Ben denizdim gözlerim yeşildi,
Çünkü benim rengim yeşildi...

Ertesi gün deniz kimliğimden sıyrılıp, insan oldum.
Uzaktan bakmayı denedim kendime...
İnanamadım!
Dışarıdan mavi göründüm, kandırdım kendimi -diğerlerini kandırdığım gibi...- açık kalmış, kapanmamış yaralarımı yakan tuzlarımı gizledim;
içimde yaşattığım
(farklı türlerden olusturduğum ekosistemimi) kişiliklerimi gizledim, o an "TAŞ" oldum, rengim değişti "GRİ" oldum, sıvıdan katıya döndüm "BUZ" oldum!, "RUHSUZ" oldum!

Göstermedim kalp kırıklıklarımı, beni asla bırakmayacağına dair binlerce söz veren deniz insanlarımı, binlercesini...
Gizledim.

Dışarıdan bakan kendime bile göstermedim, farkettirmedim...
Benim dışımdaki herkes verdiğim huzurun içimde doğduğunu, Dalgalanmalarımla taşıp onlara aktığını düşünsün istedim.

İçini göstermeyen insanlar gibi, çoğu zaman benim gibi,
Ve ben deniz gibi...

My LovelY ClimacteriC

Hayatın inanılmaz şekillerde değişmesine neden olan, bakış açılarımızı, hayat görüşümüzü değiştiren, dönüm noktası diye tabir ettiğimiz, anlar, insanlar, hayvanlar, olaylar vardır. Kimimizin hayatında bir, kimimizin hayatında birden fazladır dönüm noktası, ve herzaman için hep daha iyisi vardır. Yeni dönüm noktan herzaman eskisinden daha etkili olduğundan diğerlerinin papuçları damda sığınma haklarını kullanarak hayatlarına devam ederler. Belki de yeni bir aşka, yeni bir insanın hayatını değiştirmeye, cesaretleri yoktur. Onlarda da var işte kaybetme korkusu:)

Tam bir hafta önce bugün, belkide bu saatlerde, yeni dönüm noktamla tanıştım:) Acilen eskilerin yanına fırlattım bi öncekini... Miyadı dolmuş işte:)

Ne diyordum?
Yeni dönüm noktam evet!
Bir hafta önce bir şarkının sözlerini ararken ÇÖT! diye karşıma çıktı yeni dönüm noktam.

My lovely climacteric <3
(Tesadüfen) bulduğum bir kadının bloglarını okumaya başladım.
Hayatım değişti
.(Tamam şimdilik değişmese bile en azından değişmesi için net planlar yapmaya başladım:)
Hayatımda ilk kez "PLANLAR" yaptım. Gerçekleşmesi çok kolay olmayan, çok zorda olmayan "PLANLAR"ım:) Yeni çocuklarım onlar benim -ÇİLEK'imden sonra tabi ilk göz ağrımı asla dama atmam:):)- Sevgili ÇİLEK'imden başka bir blogumda bahsetmeliyim sanırım...)
Ve bir hafta önce içinde bulunduğum umutsuzluk ve çaresizlikten bir anda kurtuldum. Anladım ki hayal etmek değil insana güç veren, hayallerini planlamak!



Cuma, Nisan 09, 2010

Sadakat...


...Sesi olmayan bir ağzım olduğunu bilmiyordum. Sessizliğimin ne kadar yırtıcı olduğunu. Benim değildi o ses. Konuşan ben değildim. O yükselen alçalan, çözülen, fırıl fırıl dönen ve çıkış arayan haykırışlar benim olamazdı. Sözcükler yuvarlanıp yerlere düşüyordu ve ben nasıl olupta hep birlikte baş aşağı, aşağı, aşağı düştüğümüzü anlayamıyordum. Yeryüzünün neresinde bulunduğumu bilmiyordum...

İnci ARAL-Sadakat isimli romandan alıntıdır...

Kırmızı ciltli kitaplar hep ilgimi çekmiştir. Nedense içeriğinde acı dolu bir sesle yükselen haykırışlar varmış gibi geliyor... Bu kitap ta tam hissettiğim şeyi doğrulamakla kalmayıp bir kadının aşkı uğruna neleri feda edebileceğini, hastalıklı bir aşk olduğunu bile bile nelere göğüs gerebileceğini, O'nu nasıl affedebileceğini anlatıyor. İlk başlarda çok abartı gelmişti bazı şeyler ama okuyup bitirdikten sonra sindirmeye başladım... kendimi koydum romanın baş kahramanının yerine, "ben olsam ne yapardım" diye düşünürken buldum kendimi... Öyle paragraflar var ki hala kafamın içinde yankılanıyor! Akıcı, aşk, ihtiras, tutku, entrika ve acı dolu bir kitap. Gözünüze çarparsa bir yerlerde okuyun derim...

Şizofreni

Sanki bambaşka bir dünyada hiç bir zaman tanıyamayacağım ve hatta tanışma ihtimalim olsaydı bile benim zıttım olan, dolayısıyla asla hayatıma sokmak istemeyeceğim birinin hayatını yaşıyor gibiyim. O'nun işyerinde O'ymuş gibi çalışıp, O'nun acılarını yaşayıp, O'nun mutluluklarını çalıyorum. Hatta bazı zamanlar O'nun sevgilileriyle sevişiyor bedenim! Bazen de içindeki küçük çelişkili kadınlarla...

...10 yıl önce - ŞİMDİ -10 yıl sonra...

Hayattan hiç bir beklentisi olmayanlar mı mutludur, beklentilerini büyük tutanlar mı? Ufak tefek beklentiler ve hedeflerle yaşayanları sorgulamıyorum bile...

Beklentin yoksa kaybın da yoktur, beklentilerin uçuksa umudun da çoktur, yaraların ve kaybın da...

10 yıl önce (15 yaşımdayken) 17 yaşın çekiciliğine kapılıp inanılmaz hayaller kurmuştum kendimce...
17 oldum hiç bir değişiklik yok hala herşey aynı hızda devam ediyordu hayatımda tek bir farkla! Artık yalnız kovboydum 17'min sonlarında...
Evet ta kendisi, herkesin söylediği kalabalık yalnızlığın içindeydi hayatım.

Bir anda büyüdüm!
Hızlı ve etkili...
Tabi yaşanan acılar, mutluluklar, kayıplar, stres ve yalnızlıkların o küçük kızı yontması, Venüs'e dönüştürmesi hiç kolay olmadı.

Sonra bir anda ŞİMDİ'ki zamanda buldum kendimi... Daha imkansız hayaller kurmak dışında bir fark yok. Tabi bir de yüzümdeki çizgiler :)

Peki ya 10 yıl sonra?

Ters X züD

Dünyanın en dibini görmek!
Sonra bir anda en üst noktasına çıkmak...
Yaşadıklarım hayal mi gerçek mi diye düşünüp çelişkili kadını oynamak...
Rengarenk bir kişiliğe sahipken bir anda blog şablonunu simsiyah minimalist şekillere sokmak, üstelik yazdığın ilk blogta bunları yapmak ;)

Ters düz oldum.

Kafam saçlarımdan daha karışık bugünlerde - ki saçlarım! hiç bir zaman taramadığım halde dolaşıklıktan eser olmayan saçlarım! artık dolaşık... - İşte yeni ben, yenilenmiş ben, eskisinden daha olgun, daha fazla yara almış ben...

Her insanın bir evrim süreci olduğunu söyledi arkadaşım. Biz henüz o evrim sürecimizi tamamlamadığımız için hala iniş ve çıkışlarda hayatta kalmaya çalışıyormuşuz. Peki benim evrimim direk maymundan mı başladı da bu kadar uzun sürdü? Ya da sorabileceğim başka bir soru; tamamlanmış bir evrim varmı dünyada?