Cuma, Temmuz 20, 2012


Seni sen yapan şeyler vardır hayatta. Kimi zaman bir film, kimi zaman bir arkadaş, kimi zaman bir hastalık, kimi zaman da bir şehirdir kişiliğini oturtan.. Benim en önemli değişimlerime sebep olan beni ben yapan şey o şehirdi örneğin..
Yaşarken anlamazsın, içindeyken o şehrin, sayılı günlerin varsa eğer o şehirde, bitmesini ve kurtulmayı istersin bir an önce.. Acıların da vardır umutlarında orda doğup büyüyen, bazen kaybettiğin.. Dostların, arkadaşların, tanıdıkların, aşkların.. Hayata dair bir çok şeyi öğrendiğin insanlarda oraya aittir bir nevi.. Fedakarlıklarla karşılaşmıssındır mesela! Hemde hiç ummadıklarından.. Ya da gözlerin kapalı güvendiğin insanlardan seni en dibe vurduracak darbeleri yemişsindir, doymamış bir daha yemişsindir.. Ta ki aklın başına gelinceye kadar... Gariptir ki ben hiç pişman olmadım dibe vuruşlarımdan, öyle çok şey öğrendim ki! Her dibi boylayışımda bir sonraki darbe daha derinlere itti beni. Bazen kendi içime kapanarak çözümledim, bazen kendimi dışarı vurarak... Kendi kendimizi yerin dibine soktuğumuz zamanlarda oldu akabinde battı balık dedik düz gidemedik.. Ama öğrendik! Öyle ya da böyle o kadar çok şey öğrendik ki!
Herkes gibi söylendik bazı zamanlarda ; hayatımı yazsam roman olur diye... Söylendik üzerine bir de doğruladık ; yok gerçekten roman olur benim hayatım diye..
Kimi zaman güldük, gün oldu hıçkırıklarımızdan nefes alamayacak biçimde ağladık, göz yaşlarımızla soluduk havayı, biraz tuzlu..
Bazen herşeyden sıkılıp çekip gitmek istedik, gözlerimizi kapadık işaret parmağımız duvarda asılı haritada nereyi işaret ettiyse oraya yol aldık.. Evet çekip gittik, kimi zaman yalnız, kimi zaman bir dostumuzla, hatta öyle yolculuklar oldu ki bazen, isminden başka birşeyini bilmediğimiz insanlarla, bilmediğimiz diyarlara yol aldık ama geri dönmesini de bildik.. Döndüğümüzde herşeyin aynı kaldığını gördük, yine gitmek istedik... Sigara gibi, alkol gibi bağımlısı olduk çekip gitmelerin.. Her gidişimiz biraz daha bizi biz yaptı, biraz daha büyüttü...
Adam/Kadın olduk.
Zannettik!
Evet zamanı geldiğinde gördük ki o kadar çok şey varmış ki bu hayatta hala olmamız ve öğrenmemiz gereken, kişiliğimize, benliğimize katmamız gereken! kendi kendimize düştük bu kez ayağımızı burkup. Bazımıza ağır geldi çünkü dünya üzerinde toplu iğne ucundan bile küçük bir nokta olduğunu öğrenmek... Öğrenmenin, gelişmenin yaşı yok diyenlerimiz, bir de yalnız olmadığını farkedenlerimiz bu yolda,  biraz ağrıyla ayaklandık ve koşmaya devam ettik... Yine çekip gitmelerimiz başladı ancak bu kez terkettiğimiz şehirden öte kendi benliğimiz oldu..
Geri dönmek te bir alışkanılık olmuştu artık..
Bazen zorunluluk..
Ve anladık ki gerçekten bu dünyadan gidinceye kadar hep birşeyler öğreneceğiz, her birimiz bazen büyük bazen ufak tefek değişikliklerle benliğimizi bulmak için koşmaya devam edeceğiz.

Perşembe, Mayıs 31, 2012

Kötü haberlerle dolu dolu tam 4 gün! Bu günler geçer mi, bu hafta biter mi bilmiyorum.. Arada aldığım bazı güzel haberlerde yok değil. Ama yetmiyor!
İş arkadaşlarımdan biri feci bir trafik kazası geçirdi, beyin kanaması, kırıklar... Ailesi perişan durumda, iyi olacak diye dua ediyoruz elden başka birşey gelmiyor..
Başka bir iş arkadaşım lösemi nedeniyle hastanede yatıyor ama güzel bir haber geldi; uygun ilik bulunmuş! destek olmaya çalışıyoruz elimizden geldiğince..
Başka biri annesini kaybetti...
Hastalıklar, can sıkıntıları...
Bunlar yetmezmiş gibi insanların psikolojisine tecavuz eden bir grup politikacıyla burun burunayız..
Sezeryanmış, kürtajmış!
Kime ne! benim ve digerlerinin bedeninden size ne!
"Her koyun kendi bacağından asılır" yani o gün geldiğinde hepimiz yalnızız unutmayın bunu..
Ama siz...
Siz her koyundan daha yalnızsınız SAYIN büyüklerimiz.
Gencecik bir kızı tecavuzcusuyle evlendirip namusunu temizleyen insanlarla aynı havayı soluyoruz, aslında soluyamıyorum.
Nefesim daralıyor, tıkanıyorum...
Gerçek cinayetleri, gerçek katilleri unutturup kendince yeni cinayetler üreten insanlar yönetiyor bizi! İnanamıyorum.
Bir yanım topla sevdiklerini terket buraları diyor, diğer yanım bu topraklar böyle kolayca bırakıp kaçacak kadar kolay kazanılmadı diyor...
Arada kalıyorum, sesimi çıkarmak istiyorum, çıkmıyor, kesiyorlar...
İleri demokrasi ile yonetilen bir ülkede yaşıyorum!
İleri Demokrasi!
İnanamıyorum.
Eskiden yavaş yavaş süzüldüğünü hissediyordum aramıza bu görüşü yansıtan idelerin, şimdi o kadar hızlandı o kadar sapkınlaştı ki!
Kanserli hücrenin bütün vücuda bağışıklığı en zayıf bulduğu anda yayıldığı gibi ışık hızıyla yayılıyor..
Kangren olmuş gibiyiz hatta.
Kolumuzu bacağımızı değil sonunda kellemizi kesecekleri gün yaklaşıyor...
İnanamıyorum.
Tecavüzcüsünün çocugunada kurtaj yasağı!
Devlet bakarmış!
Kendi piyonlarını kendi kurallarına göre yetiştirmeye kılıf uyduruyorlar!
Tecavuzlerde artar bu tecavüzlerden dogacak bebekler de...
Çekirdekten yeni bir nesil yetişiyor, kolay değil!
Bir kadının hayatına en az 5 tecavüz bekliyoruz! Aşağısı kurtarmaz..
Yine nefesim daralıyor, burnumdan soluyorum..
Yok, hayır gerçekten nefes alamıyorum...
İnanamıyorum.
Ben küçücük beynimle düşünebiliyorum başımıza ne kötülüklerin geleceğini, sizler düşünemiyor musunuz?
Merdiven altı kürtajların nasıl artacağını, kaç milyon annenin ölümüne sebep olacaklarını ve işte o gün geldiğinde bunca masum insanın, bunca masum kadının ölümüne sebep olan günahların boyunlarınıza anakonda gibi dolanacağının farkında değil misiniz??
Madem inancınız bu kadar kuvvetli korkmuyor musunuz!!
Vicdansız insanların bile içinde birazcık azap yüz gösterir zaman zaman, Siz de o da mı yok!
İnanamıyorum..
Nefes alamıyorum..

Salı, Mayıs 15, 2012

bi damla

Yağmur,
Bir anda bırakverdi kendini toprağa,
Bir fırtına çıktı yine bir anda...
Her bir yağmur damlasıyla tek tek münakaşa etti, savurdu herbirini birbirinden uzaklara...
Hiç düşünmedi yanındaki damlacık diğerinin neyi oluyor diye.
'Ben hepinizden üstünüm, güçlüyüm' diye haykırdı, ve ayırdı onları..
Sonra bir anda savaştan çekilip başka bir yöne gitti o şerefsiz fırtına!
Damlalar öylece kaldı savruldukları yerde..
Belki bir umutla..
Karışacakları yer aynıydı ne de olsa eninde sonunda...
Mazgalların arasından süzülürken ruhları hep arayacaktı eşlerini..
Ama hiç düşünmemişlerdi ; ya birinden biri mazgallara ulaşmadan buhar olup çıkarsa yine gökyüzüne?
Bir dahaki yoğuşmaya kadar ya ruh eşi çoook uzaklara göçmüş olursa?
Kötü fırtına!
Bıraksaydın düşseydik ya yanyana..

Çarşamba, Mayıs 02, 2012

iyi ki varsın, iyi ki sevmisim seni..

yepyeni bir hayat var elimde artık, oturmuş, düzene girmiş belki bir kaç eksiğini tamamlamaya çalışan zaman zaman, ama fazlasıyla mutlu olduran, huzur bulduran...

farkettim de butun yazılarımda kullandığım bir kalıp olmuş bu, hatta konuşmalarımı da fethetmiş; mutluluğun ardından huzuru yapıstırır olmusum cumlelerime.. biri eksik olsa olmaz mı peki? mutlu ama huzursuz bir hayat? ya da huzurlu ancak mutsuz bi dünyası olamaz mı bir insanın? Hiç sorgulamadım bugune kadar ikisi bir arada olmadan da olur mu diye.

bir kedi düşündüm şimdi. Bir kedinin mutlu olduğunu nasıl anlarsınız? onu sevdiğinizde gırrrlaması mutluluk mudur,  huzur mudur sizce? Sanırım biri diğerinin olmazsa olmazı.. Öyle öyle.

Geri dönüyorum şimdi eksikleri arka koltuklara atıp mevcutlarımla ilerlemeliyim bu yolda.. Kendi kendimi mutsuz edecek kadar cani olabilir miyim ben! Hayır! Hele ki bu kadar mutluyken hayatta, bu kadar eminken yapacaklarımdan, yaşayacaklarımdan. Gündemde olmayan sorunlar da çıkıp gelebilir belki hayatlarımızı baltalayabilir ama bu ana odaklandım ben, sonrası zamanı gelince yaşanacak şeyler değil midir.

Söylemedim mi yepyeni bir hayat var elimde artık diye... 1 yaşını doldurmuş dünya tatlısı bir bebek gibi ve tabi ki bütün bebekler gibi bakıma, ilgiye muhtaç, sorumluluk gerektiren lakin ağır sorumluluklarla insanı çökertmeyen, belki ağır olsa bile verdiği sorumluluklar, bunu farkettirmeyen bir bebek.. Çok tatlı ya!

Bahsettiğim yalnızca bir hayat değil aynı zamanda bir aşk hikayesi olacak. Bir anda başlayan, her anında mutluluk ve huzur veren, her gününde farklı bir duygu yaşatabilen, bambaşka bir pencereden bakılabildiğini öğreten hayata, bambaşka gözlerle gördüren, bambaşka bir kalple yaşatan insanı.

Arkadaşlarımız sordu dün siz hiç kavga etmez misiniz diye:) ederiz ama sınırımızı biliriz belki, ikimizden biri sınıra yaklaşınca diğeri onu dizginlemeyi bilir bizde..
Üzmek istemeyiz hiç birbirimizi, ama üzeriz bilmeden, istemeden.
Ve biliriz istemeden üzdüğünü..
zira o ılık nefes boynunu, dudaklarını veya gözlerini yaladığı anda anlarız ki bahşedilmiş olan en güzel duygu hala bizimle, işte o an geçer gider üzüntümüz.

İnsanlar bazen bilseler dahi kendi hayatlarında uygulayamadıkları gerçekleri dostlarına öğütleme işini çok güzel yapar, ama bu asla başaramayacakları anlamına gelmemeli, belki bir gün söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutacaktır kim bilir.. Örnek mi ;

BENcil olmamalı aşkta, BİZcil olmalı derim hep.. Bazılarına bu çok zor gelebilir, ki bizim ilişkimizdeki "Ben"de burada takılıp kalandım aslında, ama n'olduysa oldu, sanki bir sihirli değnek dokundu omzuma, belki sihirli bir öpücük beni biz yaptı, bunu başardı!
Masalımız da zaten tam o anda başladı!

İtiraf etmeliyim ki bütün peri masalları gibi güzel başlayan ilişkilerin kısa bir süre sonra değiştiğini, değişebildiğini gördüm hep; okuduğum kitaplarda, izlediğim filmlerde, çevremde yaşanan aşklarda ve kendi yaşadıklarımda...
Kimileri ise adeta bir saltanat mücadelesine, ego savaşına hatta çocuk oyununa dönmüştü gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum, yüreğimle yaşadım bazen...

Ama bugun gördüm ki herbirşey bambaşka olabiliyormuş hayatta. masal gibi başlayan aşk masal gibi devam edebiliyormuş mesela ;) o beklenen, aranan ikiliyi bir arada sunabiliyormuş insana.. Mutlulukla huzuru üzerimize zimmetliyormuş umarım ki bir daha geri almamak üzere, ve kendinle butun olarak gördüğün bir adamı elin, kolun veya bacağından ziyade yaşamsal faaliyetlerini gerçekleştirdiğin kalbin gibi olmazsa olmazın yapabiliyormuşsun, seviyormuşsun sonsuz kadar, sonsuza kadar..

Cuma, Aralık 30, 2011

Daha hızlı dönebilir misin? Göster kendini Dünya!


Herkes gibi


Olmayan hayaller peşinde

Yalnızım

Kelimeler acıtır canımızı

Bilmeden

El yordamıyla koşarken

Dinle artık duymuyoruz

Yalama hayaller

Sonunda

Dünya dünya

Dünya dünya

Dünya aslında yanıbaşımızda..
 

Koskocaman bir yıl!
Devrildi gitti o da...
Ne çınarlar devrilmedi ki yanıbaşımızda bu mudur üzüldüğün diyebilirsiniz bana.
Üzülmüyorum ki ben!
Çok güzel bir 365 gün geçirdim..
En güzel kısmıda son 3 çeyreği idi bu 365 günün :)
 
Hep en sevdiklerim vardı yanımda, eksiklerimde vardı bedenen.. Onlar da ruhen yanımdaydı, hissettim sıvazladılar sırtımı. Güvendiler aldığım kararlara. İnandılar bana tıpkı eski günlerdeki gibi..

Mutsuz olduğum günler de oldu, kırıldım belki çok fazla ya da kızdım bağırdım.. Belki de başka şeylere olan hırsımı en yakınımdakilerden çıkarttım!
Üzgünüm...

Dönüp baktığımda arkama, sadece 2011 yılına değil bütün hayatıma, o kadar mutlu oluyorum ki gördüklerim karşısında! Çok hoşgörülü çok merhametli ve sevgi dolu dostlar edinmişim beni bugünlere getiren... Ve aslında biliyorum ki dost demek hafif kalır, AİLE!

Çok büyük bir ailem var benim! Çok şanslı bir kadınım ben, belki de bu koca Dünya'nın en şanslı kadını... En merhametli en inatçı en sevgi dolu babaya, en gerçekçi en şefkatli en huzur veren anneye, en gerçek en güvenilir dostlara, en tatlı en yaramaz yeğene, en güzel en içten yengeye, en başarılı en yakışıklı ağabeye, en afacan oğula ve en mükemmel en sevecen en güzel bakan sevgiliye sahibim yetmez mi! Bu saydıklarım ve bir de var olan unuttuklarım.. Emin olun ki bu saydıklarımdan daha fazlasına bile sahibim o kocaman ailemde.. Dedim ya, çok şanslıyım..

O yuzden 2012, 2013, 2015 ya da 2020 ne kadar hızlı geçerse geçsin ailemle birlikte olduğu sürece vız gelir tırıs gider. İyisiyle kötüsüyle buyrun hoşgelin yeni yıllar, mutlu yıllar...

Pazartesi, Eylül 05, 2011

Peri Masalı

Birdenbire açıldı kapı ve o girdi içeri ardından gelen parlak ışık hüzmesi ile birlikte... Gülümsedi, hem de dudaklarıyla, dişleriyle ve hatta göz bebekleriyle...

Karşısında dimdik duruşu bile gülümsüyordu kadına; içten, sıcacık bir gülümseme...

Kadının rüyalarındaki "O Adam" karşısında duruyordu! Bir dakika yoksa kadın hala rüyada mıydı? Önce ayağa kalkıp koşa koşa O'na sarılıp kucaklamak istedi sımsıkı... Ancak böyle anlayabilirim diye düşündü kadın rüya mı gerçek mi diye. Gerçi rüyalarını bile o kadar gerçekçi görürken, uyandığında O'nun kokusunu üstüne sinmiş bulurken bu da yetmezdi ki anlamaya...

Boşverdi yine herşeyi, rüya ya da gerçek tadını çıkarmalıydı yaşadığı anın! Gözleri ışıldadı O'nun gibi, ayağa kalkmadı, O'nun gelmesini bekledi... O'nun adımlarıyla beraber yaşadığı o kapkaranlık oda aydınlandı, peri masalına dönüştü bir anda... Kuş cıvıltıları, cırcır böceklerinin huzur veren sesi ve hafif bir rüzgarın tenine değerek onu ferahlatmasıyla gördüklerine inanamadı kadın. Ayyaş dünyadan üzerine sinmiş rutubet kokusu kır çiçeklerinin şiirselliğine dönüştü. Nemli gece karası saçları rüzgarla birlikte yüzüne yapıştı önce, ama saclarını geriye atmadı kadın... Çünkü O geliyordu işte küçük ve yavaş adımlarla..

Aslında hep aynı rüyayı görüyordu ya, neyse... Belki bu kez ruyaları gerçeğe dönüşür diye bekledi.. Hayalinin yanına kadar gelip, ona sarılıp, kokusunu içine çekip gözlerinin önüne dökülen saçlarını geriye atması ve ardından dudaklarına kondurduğu o minik buseyle onu gerçek hayatta olduğuna, bu kez rüya olmadığına ama rüyalar kadar bazen gerçeklerin de huzur verici olabileceğine inandırmasını bekledi...

Geldi.
Tam da hayal ettiği gibi o karanlık kapıyı açıp hayatına ışık verdi, huzurla doldurdu içini tıpkı dalgaların kayalıklara vurduğu anda duyduğu yankının hissettirdiği özgürlükle dolu huzur duygusunu içine çekti.
Hareket etmeden bekledi; sanki kirpiklerini dahi kırpsa o gerçek ama sahtekar dünyaya döneceğinden korkarak... Halbuki dünyanın her zaman sahtekar can yakıcı olmayacağını anlamasına cok cok az bir zaman kalmıştı...
Korkusundan bu kez kendi kendine kaskatı kesildi.
Hareketsiz.
Yelkovan akrepi kovaladıkça inancı kuvvet kazandı. Kimbilir belki günler, haftalar, aylar geçti...

Artık emindi! O adam gerçek, dünya hiç olmadığı kadar huzurlu ve hayat belkide ilk kez bu kadar güven doluydu onun için...

Artık emindi! Yaşadığı aşk gerçekti... Peri masallarının gerçeğe en yakın yüzüydü belki de bu aşkı en doğru ifade şekli...

Artık emindi! O masal küresinin içine doğru bir yolculuğa çıkmanın zamanı gelmişti...

Artık emindi! Çünkü rüyalarındaki o muhteşem yer, o muhteşem hayat o kürenin içinde onu bekliyordu...

Pazartesi, Ağustos 22, 2011

2011'e mektup..

Sevgili 2011

Sen daha doğmadan hayatımıza, sana mektup göndermeliyim diye düşündüm. Geçmişte olanlar ve geleceğe yansıtacakları hakkında bir şeyler yazayım ki aramıza katıldığın ilk saniyeden itibaren afallama...
31 Aralık 2010 23:59'dan sonra olabileceklere hazırlıklı olmalısın. Mesela geldiğin anda Dünya'ya, bazı insanları yapayalnız göreceksin, kimi yağan karın altında sokakta bir köşeye sinmiş hayatta kalmaya çalışıyor olacak, bir başkası evinde ailesiyle yemek yiyip oyunlar oynuyor olacak, sonra bir bakacaksın birileri İstiklal caddesinin kalabalığına karışmış, insanları taciz ediyor! Belki paralarını çalıyor... Kim bilir başka bir yerlere gittiğinde gördüğün insanlar kulakları tırmalayacak kadar yüksek sesli bir ortamda alkolle bütünleşip hoplayıp zıplıyor olacak... Aslında daha bir sürü karşılaşma sayabilirim sana, ama sadece genel bir fikrin olsun istedim, ayrıntılarda boğulma diye...

Bu ilk doğum anının şokundan kurtulduktan sonra herkes yeni bir umutla sana gülümseyecektir, şaşırma.. Ama istediklerini vermezsen lanet olasıca geçip gitmek bilmeyen yıl sen olacaksın... Tabii ki herkes için gecerli değil bu, kimi insan için kötü, kimi insan için acı dolu, bazıları için umut ışığı, başka bir yerlerde parıldayan gözlerin sebebi sen olacaksın...

Herşeye rağmen, hatta bir süre sonra eskiyecek olmana rağmen, yeni olacaksın. Benden sana tavsiye; Tadını çıkar en küçük, en yeni, en taze olmanın... Bir daha asla o günlere dönemeyeceksin çünkü... Ama üzülme sakın çok hızlı yaşlanacaksın diye... Hem zaten yaşlanmayacaksın, olgunlaşacaksın.

Aslında sıralama şöyle olacak senin için; tıpkı bir insanın yaşadığı süreçleri yaşayacaksın tek bir farkla; Daha hızlı, daha yorucu, daha sonsuz görünüşlü ama daha kısa olacak... tik tak, tik tak, tik tak,... zaman akacak son saniyeler gelip çattığında saymaya başlayacağız geriye doğru; 10, 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2 ve 1!  Birbirimize sarılacağız tam gece yarısını vurduğunda saatler... Önce minik bebeğimiz olarak Dünya'ya göz kırpacaksın, birileri belki popona vuracak ağla diye, senin haykırışların bizlerin mutluluğu olacak, tik tak, tik tak, tik tak,... Sonra hızlıca büyüyeceksin, doğduğunda zaten konusabiliyor olacaksın, belki geç yürüyeceksin biraz ama düşünme bunu emeklemeden koşmaya başlayacaksın dayanamayıp gördüklerine! Koşmaktan kan ter içinde kaldığında mantıksızlığı ile yüzleşeceksin hayatın. İşte ozaman anlayacaksın yavaş yavaş büyüdüğünü! Artık ergenliği geçip, olgunluk çağlarına adım atmış bir insan olacaksın. Ne geçmişi düşüneceksin, ne şimdiyi... Geleceğe dikeceksin gözlerini... Ömrün bitmeden Dünya'ya neler verebilirimi tartışacaksın kendi içinde. "Daha fazla acı mı vermeliyim, mutluluk mu?" olacak şavaş verdiğin taraflar, karar veremeyeceksin... Dakikalar eksildikçe ömründen kötü çocuk olmaya başlayacaksın. İşte! Yaşlanıyorsun sende... Bütün Dünya bir sonra ki bebeğine odaklanmıştır artık... Yeni hayaller kurulup, yeni kararlar alınmaya başlanmıştır. Her saniye yepyeni yapılacaklar listesi hazırlanıyordur, üzülme. Senden sonra gelecek yeni yetmelerde aynı şeyleri yaşayacak, biz yaşatacağız!

Üzgünüm 2010, benden çok fazla şey götürdün, yeni bebeğim 2011 için hazırlık yapmalıyım bende artık...
Kaybettiklerime ve kazandıklarıma...
Mutlu Yıllar Dünya!

Not: 2010 yıl sonu yazısıdır... RG'de yayınlandıktan sonra burada yayını unutulmuştur :)