Çarşamba, Haziran 30, 2010

Not Defteri

Düşündükçe hatırlıyor geçmişi insan…

Ama en çok o satır aralarına sıkışmış acı hatıraların sızısı hissediliyor yüreklerde.

Hem konduramıyorsun umutlarına,

Hem de kalbindeki ağrıya rağmen isyan etmeye kalkışıyorsun.

Artık O saf, temiz kalpli küçük kız değilsindir…

Belki de duygularının ve kalbinin sesine kulak vermeyeli uzun zaman olmuştur.

Çünkü sürprizlere karşı eskisi gibi hazırlıklı değilsindir.

Acılara ve hayal kırıklıklarına göğüs germekten artık karşı koyacak gücün kalmamıştır hiç bir şeye…

Geçmişinin tozlu yollarına dönebilme umudunla karşı karşıya tek kişilik bir savaşın içindesindir artık!

“Sabret! Biraz daha dayan!” diyenlere kulaklarını tıkamış,

Denizin derinliklerinde kaybolmayı bekliyorsundur,

Yeni baştan yaratılabilmeyi.

Defterlerinde satır aralarına sıkıştırdığın ve şimdi temize çekmeye çalıştığın önemsiz notların gibi…



Pazar, Haziran 27, 2010

Nefes Alabilmek...



Gözünü karartmak ve yeniden başlamak hayata... İşte bütün mesele bu! Yaptıklarının, yaşadıklarının sana hiç bir şey katmadığını bile bile, yaşamaya ve üretmeye çalışmaya sıkı sıkıya bağlanabiliyorsan hayatta, asıl o zaman korkuyorsundur...  Sırtına çökmüş, senin için büyük, başkaları için minicik yüklerden kurtulamadıkça hiç bir şey yapamayacağını zannediyorsan -benim gibi- bir "tık" ötende ki, ya da bir telefon görüşmesi kadar yakınındaki yeni hayata başlayamıyor, istediklerinle yaptıkların örtüşmüyor, ve hatta artık yavaş yavaş üretmek istediklerinin isimleri birbirine girmeye, ve beyninin içinde birbirine tam anlamıyla zıt kutupların birbirine açtığı savaşın ortasında delik deşik olmamak için kendi kalkanını bulmaya ve kendini korumaya çalışıyorsan, işte o zaman yaşlanıyorsun demektir... Ve artık nefes alamayacak kadar küçük bir alanın içinde hapsolmuş hissediyorsan, buhranların en sessizini yaşıyorsan damarlarından akan "deli" kana rağmen, işte o zaman yok olmanın sınırlarında bıçağın sırtında, üstelik keskin olan tarafında dolaşmaya başladın demektir. İki yol var önünde işte! Bu yolları çok rahat görebiliyor olmalısın... Birini seçmen, kararsızlıklarına rağmen, doğru yolu bulman gerekiyor... Ya risk alıp hayatını yaşayacaksın, ya da kolaya kaçıp, bütün ömrün boyunca mutsuzluğuna ağlayacaksın! Ben en azından bir tek şeye karar verdim; huzur dolu mavi bir nefes almak istediğime. Sıra seçim yapma cesaretini gösterebilmekte...

Çarşamba, Haziran 23, 2010

Yüreğim Seni Çok Sevdi - 2

"Yüreğim seni çok sevdi!
o yürek talan,
o yürek yangın yeri
o yürek seni istiyor
bir tek seni!"

Evet 5 gün önce veda ettim kitabıma gözyaşları içinde... Onun hakkında yazabilecek kıvama yeni gelmiş gibi hissederken, bir de baktım ki söyleyebilecek hiç birşeyim yok! Çünkü okumamışım kitabı! Resmen yaşamışım satırlardaki hüznü, acıyı, aşkı... Bu hüzün ki omuzlarıma binmiş kamburlaştırmış bedenimi... Sayfalarımı her çevirişimde acı sürprizlerle merhaba dedi bana rol arkadaşlarım! Aslı'nın Murat'a olan aşkı mıydı cesaret gerektiren, yoksa Murat'ın kördüğüm olmuş bağlılığı mıydı Aslı'ya cesur olması gerektiğini gösteren... Kendinizi bürüdüğünüz karaktere göre faklı cevaplar verilebilecek sorular aslında bunlar! Kim olmak istediğiniz, nerede olmak istediğiniz ve kimlerden veya nelerden kaçmaya çalıştığınızla ilgili bir durum belki de...

Kitapla ilgili son sözlerimi yazmak için aslında bayağı bekledim... Başladım, hislerimi kaydettim ve kapattım, sonra yeniden kaldığım yerden devam ettim düşüncelerimle beraber, kaydettim... Tekrar, tekrar ve tekrar! Ve şimdi yüreğime, beynime ve belki de hayatıma kazımış olduğu izlerle noktalama zamanı geldi diye düşünüyorum...

Yüreğimin çok sevdiklerine, ve yüreği çok sevenlere...

Cuma, Haziran 11, 2010

Yüreğim Seni Çok Sevdi

3 gün önce başlayıp inanılmaz bir akıcılıkla neredeyse bitirmek üzere olduğum bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Aslında oldum olası bunun gibi kapağından direk aşk-meşk, romantizm, duygusallık fışkıran kitaplardan hoşlanmazdım... Daha çok macera, psikoloji, polisiye, tarih, fantastik kitaplar okumayı yeğlerdim. bu kitabıda aldığım bir kaç fantastik kitabın arasında kaynatmış almışım işte!
İYİ Kİ ALMIŞIM...
Beni yepyeni bir dille tanıştırdı Canan TAN... Kitabın daha en başında hissetmiştim aslında başıma gelecekleri... Hissetmiştim benim yaşadıklarımdan da bir parça barındıracağını...
Ama bu kadarını değil!

Her neyse konuyu dağıtmadan YÜREĞİM SENİ ÇOK SEVDİ'ye geri dönmeliyim. Okurken gözyaşlarıma, dudaklarımın kenarındaki tebessüme, görülen yerlerin heyecanına, hissedilen kokuları yaşamaya karşı koyamıyorum... Farkettimki ben bir kitap okurken ya da bir film izlerken kendimi çok fazla kaptırıp orada buluyorum kendimi... Orada bütün anlatılanları yaşıyormuşum gibi bir kurgu oluşuyor bende... Bazen gerçek hayatla hayalgücümün getirilerini karıştırdığım dahi oluyor. Belki de beni bunları hissettirmeye itecek olan kitapları, filmleri özenle seçiyorumdur, gösterdiğim özenin farkında bile olmadan.... Kitapta asıl dikkat çekmek istenen şey; fedakarlığın aslında ne olduğu... Bencillikle arasındaki büyük fark... Ve tabi ki "Aşk" uğruna göze alınanlar ve alınamayanlar...
Yazarın anlatımı çok yalın, temiz ve akıcı... Hiç sıkmıyor okuyucuyu, hatta öyle ki, en küçük bir fırsatta bile iki sayfa daha okumak için kendinize ket vuramayacağınız bir kitap. Dolayısıyla aslında hiç bitmesini istemeyeceğiniz ve aynı zamanda an be an kahramanların hayatlarındaki gelişmeleri öğrenmek isteyeceğiniz, hatta kimseye itiraf etmeseniz bile dayanamayıp son sayfada ufacık bir göz gezdirme yapmaktan kendiniz alamayacağınız bir kitap. Kitabı henüz bitirmemiş olmama rağmen yürekleri birbirini çok seven iki kişi hakkında hissettiklerimi paylaşmak istedim... Gözyaşlarımı sözcüklerime dökerek ağlama yöntemimi değiştirmek istedim.

Kitabın içinde ki minik sürprizlerden bazıları;

"Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey
Fakat artık ümit yetmiyor bana
Ben şarkı dinlemek değil
Şarkıyı söylemek istiyorum"

                               Nazım Hikmet

"Çekilmez bir adam oldum yine:
Uykusuz, aksi, nalet
Yine her sefer ki gibi haksızım
Sebep yok,
Olması da imkansız.
Bu yaptığım iş ayıp,
rezalet.
Fakat elimde değil
Seni kıskanıyorum
Beni affet..."

                         Nazım Hikmet

P.S: Kitap bittiğinde bana hissettirdikleri de çok yakında :)

Perşembe, Haziran 03, 2010

Maske-SİZ-

Etrafımdaki kadın - erkek kime bakarsam bakayım çoğunda aynı şeyi görüyorum... Üzerini kendilerince en uygun renklere boyadıkları bir maske, bir peruk, bir pelerin, bir potin ya da bütün çıplaklığıyla kendini ortaya atmış gibi görünen ama dikkatlice bakıldığında onunda aslında bir kostüm olduğunu farkedebileceğiniz fazlalık denebilecek cinsten katmanların arkasında hayatlarını sürdürüyorlar...


Asla tüm çıplaklıklarıyla dolaşamıyorlar, korku olsa gerek bunun sebebi, kendilerini koruma içgüdüsü belki... Yalanlarına inananlarla bir hayat kurup onun içinde dönüp duruyor ve bu hayatta hissettikleri mutluluğu başka türlü yakalayamayacaklarına dair yeminler ediyorlar...

Birde bunların dışında, baktığınızda kalplerini görebileceğiniz insanlar biliyorum. Baktığımda gözlerine yüreklerinden ne kadar büyük parçalar kopmuş olduğunu görebiliyorum...Kalplerinden koparılanların yerine farklı boyutlarda, irili ufaklı parçalar yerleştirilmeye çalışıldığı için ne kadar eski görünen, aslında dünyanın en güzel, en anlamlı ve en yaşanmış kalplerini taşıyan dostlarım onlar benim, herkesin en az bir adet edinmesi gereken türden...


Hepsi ayrı ayrı hayatımı renklendiriyor. Herbiri farklı renklerde, farklı yoğunluklarda boyalar püskürtüyor duvarlarıma! Bazen mavi, bazen kırmızı, çoğu zaman turuncu, siyahta oluyor, beyazda... Hepsi farklı bir renk katıyor hayatıma dedim ya! Ama o boyalar katmanlaşmıyor duvarımda, anılaşıyor... Çünkü herbiri okadar gerçek ki, sahte aşklar, yalan dostluklar yaşamamışlar! En azından işin hileli tarafına geçmemişler hiç... Gerçekler! Gerçek oldukları kadar hayalperest ve beklentileri uçuk insanlar onlar... Hayalleri yıkıldıkça daha fazla kırılıp, daha fazla yalnızlığa gömülmelerinden korkuyorum. İyi ki birbirimizin hayatlarındayız yoksa nasıl katlanırdık bunca yalan dolana, ucuz ve sahtekar yaşamlara ?

Bazen düşünüyorumda, aşkı tek boyutlu kabul etmemek gerek. İnsan arkadaşlarına da aşık olabiliyor çünkü... Kıskançlık krizlerine girip ortalığı ayağa kaldırabiliyor arkadaşları için...

O kadar çok beklentimiz var ki hayattan artık birbirimize benzemeye başlar olduk... Düşüncelerimiz farklı alemlerden gelip hep "O" noktada kesişmeye başladı...

Her defasında "keşke senin gibisini bulabilsem" tarzında konuşmalara daha sık rastlar oldum. O kadar çok ve O kadar uçuk hayallerimiz doğmaya başladı ki içimizden, böyle bir atölyemiz olsa -HAYAL ATÖLYESİ- olsa adı da- zengin olurduk... Ama yine de aynı yalnızlıkla boğuşuyor olmayacağımızı kimse garanti edemez...

Benim en canlı, zaman zaman da en can yakıcı renklerim olup hayatıma heyecan ve mutluluk, e az biraz da umut kattığınız için, sizin için bu yazı...

Küçük..


Küçük, küçücük bir yerde, sahip olabileceğim ve huzur bulabileceğim kadar küçük dünyamda hayallerimle büyüyebilmek isterdim...
Canım acımazdı değil mi o zaman?
Sahilde çırpınan dalgaların nasıl oluştuğunun, nereden geldiğinin, nasıl coşkuyla kayalıklara çarptığının, kuşların nasıl uçabildiğinin, balıkların nasıl suyun altında kalabildiğinin, ağaçların hiç sıkılmadan nasıl yüzyıllarca aynı ilk doğdukları yerde durabildiklerinin bile açıklamasını merak edemediğim, merak etsem bile açıklayamadığım sorularım kadar küçük olan dünyamda, küçük hayallerimle nefes alabilseydim...
İşte o zaman gördüklerim kadar küçük olurdu yaşadıklarım.
Hissettiklerim değil ama!
Umutlarım...

Gerçekleşmesi için büyük çabalar sarfetmek zorunda bırakıldığım bu koskocaman dünya yerine, o küçük dünyamda en basit bir şeyin bile beni mutlu etmeye yetecek olduğu yerde, küçük bir meyva bahçesinin tam ortasındaki, mis gibi deniz kokusunun esir aldığı ağaç evimde bir hayat...
Benim hayatım, benim dünyam deniziyle, rüzgarıyla, ağaçların hışırtısıyla, acı-tatlı herşeyiyle bana ait!
Yüreğim hiç yanmaz değil mi orda olsam?
Sazlıkların arasından dünyayı ortadan ikiye yarıyormuşçasına geçsem, anadan üryan serin sulara bıraksaydım kendimi, erirdi bütün korkularım, acılarım kaybolup giderdi ve ben o hissin doruğuna varıp herşeyi unuturdum değil mi?
Gördüklerim, yaşadıklarım ve hissettiklerim bana yeterdi,
Yeterdi değil mi?
Her bir boyuttan, ayrı ayrı, farklı bakış açılarıyla bakmam gerekmezdi değil mi bütün bunlara?
Hem zaten bakamazdım ki, bilemezdim bakmayı...
Hiç öğrenmemiş, hiç yaşamamış olurdum büyük umutları, hayal kırıklıklarımı...
Gördüğüm kadar olurdu sadece dünyam, küçücük olurdu,
Ve sadece benim olurdu...