Cuma, Aralık 30, 2011

Daha hızlı dönebilir misin? Göster kendini Dünya!


Herkes gibi


Olmayan hayaller peşinde

Yalnızım

Kelimeler acıtır canımızı

Bilmeden

El yordamıyla koşarken

Dinle artık duymuyoruz

Yalama hayaller

Sonunda

Dünya dünya

Dünya dünya

Dünya aslında yanıbaşımızda..
 

Koskocaman bir yıl!
Devrildi gitti o da...
Ne çınarlar devrilmedi ki yanıbaşımızda bu mudur üzüldüğün diyebilirsiniz bana.
Üzülmüyorum ki ben!
Çok güzel bir 365 gün geçirdim..
En güzel kısmıda son 3 çeyreği idi bu 365 günün :)
 
Hep en sevdiklerim vardı yanımda, eksiklerimde vardı bedenen.. Onlar da ruhen yanımdaydı, hissettim sıvazladılar sırtımı. Güvendiler aldığım kararlara. İnandılar bana tıpkı eski günlerdeki gibi..

Mutsuz olduğum günler de oldu, kırıldım belki çok fazla ya da kızdım bağırdım.. Belki de başka şeylere olan hırsımı en yakınımdakilerden çıkarttım!
Üzgünüm...

Dönüp baktığımda arkama, sadece 2011 yılına değil bütün hayatıma, o kadar mutlu oluyorum ki gördüklerim karşısında! Çok hoşgörülü çok merhametli ve sevgi dolu dostlar edinmişim beni bugünlere getiren... Ve aslında biliyorum ki dost demek hafif kalır, AİLE!

Çok büyük bir ailem var benim! Çok şanslı bir kadınım ben, belki de bu koca Dünya'nın en şanslı kadını... En merhametli en inatçı en sevgi dolu babaya, en gerçekçi en şefkatli en huzur veren anneye, en gerçek en güvenilir dostlara, en tatlı en yaramaz yeğene, en güzel en içten yengeye, en başarılı en yakışıklı ağabeye, en afacan oğula ve en mükemmel en sevecen en güzel bakan sevgiliye sahibim yetmez mi! Bu saydıklarım ve bir de var olan unuttuklarım.. Emin olun ki bu saydıklarımdan daha fazlasına bile sahibim o kocaman ailemde.. Dedim ya, çok şanslıyım..

O yuzden 2012, 2013, 2015 ya da 2020 ne kadar hızlı geçerse geçsin ailemle birlikte olduğu sürece vız gelir tırıs gider. İyisiyle kötüsüyle buyrun hoşgelin yeni yıllar, mutlu yıllar...

Pazartesi, Eylül 05, 2011

Peri Masalı

Birdenbire açıldı kapı ve o girdi içeri ardından gelen parlak ışık hüzmesi ile birlikte... Gülümsedi, hem de dudaklarıyla, dişleriyle ve hatta göz bebekleriyle...

Karşısında dimdik duruşu bile gülümsüyordu kadına; içten, sıcacık bir gülümseme...

Kadının rüyalarındaki "O Adam" karşısında duruyordu! Bir dakika yoksa kadın hala rüyada mıydı? Önce ayağa kalkıp koşa koşa O'na sarılıp kucaklamak istedi sımsıkı... Ancak böyle anlayabilirim diye düşündü kadın rüya mı gerçek mi diye. Gerçi rüyalarını bile o kadar gerçekçi görürken, uyandığında O'nun kokusunu üstüne sinmiş bulurken bu da yetmezdi ki anlamaya...

Boşverdi yine herşeyi, rüya ya da gerçek tadını çıkarmalıydı yaşadığı anın! Gözleri ışıldadı O'nun gibi, ayağa kalkmadı, O'nun gelmesini bekledi... O'nun adımlarıyla beraber yaşadığı o kapkaranlık oda aydınlandı, peri masalına dönüştü bir anda... Kuş cıvıltıları, cırcır böceklerinin huzur veren sesi ve hafif bir rüzgarın tenine değerek onu ferahlatmasıyla gördüklerine inanamadı kadın. Ayyaş dünyadan üzerine sinmiş rutubet kokusu kır çiçeklerinin şiirselliğine dönüştü. Nemli gece karası saçları rüzgarla birlikte yüzüne yapıştı önce, ama saclarını geriye atmadı kadın... Çünkü O geliyordu işte küçük ve yavaş adımlarla..

Aslında hep aynı rüyayı görüyordu ya, neyse... Belki bu kez ruyaları gerçeğe dönüşür diye bekledi.. Hayalinin yanına kadar gelip, ona sarılıp, kokusunu içine çekip gözlerinin önüne dökülen saçlarını geriye atması ve ardından dudaklarına kondurduğu o minik buseyle onu gerçek hayatta olduğuna, bu kez rüya olmadığına ama rüyalar kadar bazen gerçeklerin de huzur verici olabileceğine inandırmasını bekledi...

Geldi.
Tam da hayal ettiği gibi o karanlık kapıyı açıp hayatına ışık verdi, huzurla doldurdu içini tıpkı dalgaların kayalıklara vurduğu anda duyduğu yankının hissettirdiği özgürlükle dolu huzur duygusunu içine çekti.
Hareket etmeden bekledi; sanki kirpiklerini dahi kırpsa o gerçek ama sahtekar dünyaya döneceğinden korkarak... Halbuki dünyanın her zaman sahtekar can yakıcı olmayacağını anlamasına cok cok az bir zaman kalmıştı...
Korkusundan bu kez kendi kendine kaskatı kesildi.
Hareketsiz.
Yelkovan akrepi kovaladıkça inancı kuvvet kazandı. Kimbilir belki günler, haftalar, aylar geçti...

Artık emindi! O adam gerçek, dünya hiç olmadığı kadar huzurlu ve hayat belkide ilk kez bu kadar güven doluydu onun için...

Artık emindi! Yaşadığı aşk gerçekti... Peri masallarının gerçeğe en yakın yüzüydü belki de bu aşkı en doğru ifade şekli...

Artık emindi! O masal küresinin içine doğru bir yolculuğa çıkmanın zamanı gelmişti...

Artık emindi! Çünkü rüyalarındaki o muhteşem yer, o muhteşem hayat o kürenin içinde onu bekliyordu...

Pazartesi, Ağustos 22, 2011

2011'e mektup..

Sevgili 2011

Sen daha doğmadan hayatımıza, sana mektup göndermeliyim diye düşündüm. Geçmişte olanlar ve geleceğe yansıtacakları hakkında bir şeyler yazayım ki aramıza katıldığın ilk saniyeden itibaren afallama...
31 Aralık 2010 23:59'dan sonra olabileceklere hazırlıklı olmalısın. Mesela geldiğin anda Dünya'ya, bazı insanları yapayalnız göreceksin, kimi yağan karın altında sokakta bir köşeye sinmiş hayatta kalmaya çalışıyor olacak, bir başkası evinde ailesiyle yemek yiyip oyunlar oynuyor olacak, sonra bir bakacaksın birileri İstiklal caddesinin kalabalığına karışmış, insanları taciz ediyor! Belki paralarını çalıyor... Kim bilir başka bir yerlere gittiğinde gördüğün insanlar kulakları tırmalayacak kadar yüksek sesli bir ortamda alkolle bütünleşip hoplayıp zıplıyor olacak... Aslında daha bir sürü karşılaşma sayabilirim sana, ama sadece genel bir fikrin olsun istedim, ayrıntılarda boğulma diye...

Bu ilk doğum anının şokundan kurtulduktan sonra herkes yeni bir umutla sana gülümseyecektir, şaşırma.. Ama istediklerini vermezsen lanet olasıca geçip gitmek bilmeyen yıl sen olacaksın... Tabii ki herkes için gecerli değil bu, kimi insan için kötü, kimi insan için acı dolu, bazıları için umut ışığı, başka bir yerlerde parıldayan gözlerin sebebi sen olacaksın...

Herşeye rağmen, hatta bir süre sonra eskiyecek olmana rağmen, yeni olacaksın. Benden sana tavsiye; Tadını çıkar en küçük, en yeni, en taze olmanın... Bir daha asla o günlere dönemeyeceksin çünkü... Ama üzülme sakın çok hızlı yaşlanacaksın diye... Hem zaten yaşlanmayacaksın, olgunlaşacaksın.

Aslında sıralama şöyle olacak senin için; tıpkı bir insanın yaşadığı süreçleri yaşayacaksın tek bir farkla; Daha hızlı, daha yorucu, daha sonsuz görünüşlü ama daha kısa olacak... tik tak, tik tak, tik tak,... zaman akacak son saniyeler gelip çattığında saymaya başlayacağız geriye doğru; 10, 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2 ve 1!  Birbirimize sarılacağız tam gece yarısını vurduğunda saatler... Önce minik bebeğimiz olarak Dünya'ya göz kırpacaksın, birileri belki popona vuracak ağla diye, senin haykırışların bizlerin mutluluğu olacak, tik tak, tik tak, tik tak,... Sonra hızlıca büyüyeceksin, doğduğunda zaten konusabiliyor olacaksın, belki geç yürüyeceksin biraz ama düşünme bunu emeklemeden koşmaya başlayacaksın dayanamayıp gördüklerine! Koşmaktan kan ter içinde kaldığında mantıksızlığı ile yüzleşeceksin hayatın. İşte ozaman anlayacaksın yavaş yavaş büyüdüğünü! Artık ergenliği geçip, olgunluk çağlarına adım atmış bir insan olacaksın. Ne geçmişi düşüneceksin, ne şimdiyi... Geleceğe dikeceksin gözlerini... Ömrün bitmeden Dünya'ya neler verebilirimi tartışacaksın kendi içinde. "Daha fazla acı mı vermeliyim, mutluluk mu?" olacak şavaş verdiğin taraflar, karar veremeyeceksin... Dakikalar eksildikçe ömründen kötü çocuk olmaya başlayacaksın. İşte! Yaşlanıyorsun sende... Bütün Dünya bir sonra ki bebeğine odaklanmıştır artık... Yeni hayaller kurulup, yeni kararlar alınmaya başlanmıştır. Her saniye yepyeni yapılacaklar listesi hazırlanıyordur, üzülme. Senden sonra gelecek yeni yetmelerde aynı şeyleri yaşayacak, biz yaşatacağız!

Üzgünüm 2010, benden çok fazla şey götürdün, yeni bebeğim 2011 için hazırlık yapmalıyım bende artık...
Kaybettiklerime ve kazandıklarıma...
Mutlu Yıllar Dünya!

Not: 2010 yıl sonu yazısıdır... RG'de yayınlandıktan sonra burada yayını unutulmuştur :)

Pazartesi, Temmuz 25, 2011

Erken bir veda... R.I.P. Amy

Güzel, keyifli, huzurlu, masal gibi bir haftasonu kaçamağının ardından garip hissettiren bir haberle gerçek hayata döndüm yine... Ölüm! Evet aslında çok ilgili alakalı olmadığım birinin ardından söyleyecek çok fazlaca birşeyim yok... üstelik severek dinlediğim biri de değildi... Kimbilir belki hayat tarzı, belki kocaman saçları, simsiyah eyeliner çekilmiş gözleri, sıfır beden fiziği.. Sebebini bilmiyorum tam olarak ama yaşadığı son gerçekten içimi titretti... Hakkında okuduklarım, hissettikleri ve yaşadığı hayat ile iligili yazılıp çizilenler ilk kez dikkatimi çekti ilk kez merak uyandırdı bende...

Neden diye sordum, çaresi bu mudur!
Neden ?
Neden Amy Winehouse?!

Sanırım ilk defa böyle gerçekte hiç tanımadığım birinin vedasına bir şeyler yazıyorum.. Sadece yazmak istedim sebebi yok... Bazen insanın içinden geliyor, anlamsız bir şekilde... Evet haddim değil belki ama; öyle işte...

Nil Karaibrahimgil 'in bugün köşesinde Amy için yazdıkları da ayrıca etkiledi beni.. 27 yaşında küçücük bir kadın.. Hayatın ağırlığı altında ezilmemek için direnen ama alışkanlıkları yüzünden gittikçe dibe doğru yol alan bir efsane.. Efsane diye bahsediyorlar ondan.. Artık bir daha gelmez denilen efsanelerden biri diyorlar... Gelmiş işte; ben ilgilenmemiştim gelişiyle, ama çok erken gitti...  Belki de huzuru bulmaya gitti.. Utangaçmış sahnedeyken, küçük bir çocuk gibi gözlerini kaçırarak söylermiş şarkılarını... Ama hepsini yaşamış, yalansız bir şekilde.. Belki eksikler vardır söylediği şarkılarda ama; fazladan, hiç yaşamadığı şeyleri eklememiş o sözlerin arasına diyorlar...
Zaten gerekte yok!


"We only said good-bye with words
I died a hundred times
You go back to her
And I go back to, I go back to us
I'll go back to black"

Daha fazla ne söylenebilir!
Çok erken veda etmiş hayata, çok erken bir veda bu hayranlarına...

REST IN PEACE AMY JADE WINEHOUSE!
Sene 2011, aylardan temmuz! Üstelik bu güzel sıcacık ayın 22. gününe başladık bugun.. İçimde bir sıkıntı... Bir an oluyor nefes alamıyorum sanki! Sıcaktan mı acaba diyorum, cevap yok.. İş stresi? yine cevap yok! Aşk? hayır o gayet güzel :)) Yorgunluk var yorgunluk.. Hayatın yorgunluğu sanırım üzerime çöktü bu aralar.. Huysuzum, huzursuzum, cogu zaman ( aslında her an ) paranoyak düşünceler içinde boğuluyorum.. Aklımdan geçenler yanlış anlaşılıyor gibi, sanki herkesi kırıyorum istemeden... Ne farkeder ki istemeden de olsa kırıyorsan kırıyorsun işte! Sevdiklerini üzüyorsun, dır dır dır dır konuşuyorsun. Sonuç mu! o da yok... Kendime çeki düzen verme vaktim geldi sanırım. "Önce kendini düzelteceksin, sonra etrafında olan bitene bakacaksın" derdi pamuk kraliçem.. O'nu da özledim! Huysuzluğum belki bu yüzden bilmiyorum ki.. Ama işte çaresiz özlemlerden birinin içindeysen elden gelen birşey olmuyor.

Aslında dopdolu bi hayatın içinde durmadan, dinlenmeden yaşıyorum; belki sıkılmaya vaktim bile olmuyor. Ama sanki herşeyi yapmaya çalışırken yarım yarım kalıyorum. En sevmediğim şeyi yine istemeden, yetişemediğim için yapıyorum. Hakkını vermeden, belki baştan sağma sırf olmuş görünsün diye yaptığım işler..

yazının bile devamını getirememişim!!! kalmış öyle:)

Salı, Mayıs 24, 2011

Opsiyonel Hayat

Hayat hiç ummadığın anlardan ibaret aslında... Hani derler ya gözlerimi kapatsam sonra bir açsam senin yanında olsam, şimdi uyusam uyandığımda bütün işler bitirilmiş olsa, keşke tüm bu yaşananlar bir rüya olsa uyandığımda bu acıların hepsini unutsam, birşey olsa da hafızamı kaybetsem beni kıran, üzen bütün kötü anıları ve kötü insanları unutsam... Aslında farkında olmadan hepsi gerçek oluyor-"da" sanki biz istediğimiz için değil de hayat öyle istediği için oluyor gibi geldiğinden olsa gerek kıymetini bilmiyoruz.

Bir de umduğun ama bir türlü olmayan anlar vardır hayatta, evet evet tamda bu işte; İSTİSNA! Gerçekleşmesi için bütün ömrünü heba etmeyi göze aldığın ama bir türlü kenarından köşesinden bile geçemediğin, buna rağmen kanın kalbine pompalandıkça arzuladığın şeyler... Kimisi buna hayatta kalma amacı diyor, kimisi gençlik iksiri.. Çünkü bu şiddetli arzular seni dinç tutup, hayatını yaşanır kılıyor bir nevi.

Adeta iki kapısı olan bir oda gibi aslında.. Mühim olan hangi kapıyı seçeceğimizdir. Oysa bazen öyle zor şartlarda seçim yapıyoruz ki istemesek bile şartlar gereği yanlış olana gidiyoruz. Evet bir odanın içindeyiz, eşyalarla dolu.. O kadar çok gereksiz, saçma sapan eşya var ki o odanın içinde, her ne kadar sadece iki kapıdan birini seçeceğiz desekte o kalabalıkta sözkonusu kapıların kilitli olduğunu ve tüm bu kalabalık eşya, ıvır zıvır güruhunun içinde istediğimiz anahtarı bulmak için çabalarken zamanın aslında ne kadar hızlı geçtiğini farkediyoruz... Ve bingo! İşte anahtarlardan birini buldunuz... ve maalesef bulunan bu anahtar açılmasını istediğiniz kapının anahtarı değil... "Peki ya diğeri nerede?" diye düşünmeye başladığınız anda o gereksiz anahtarı  bulmak için harcadığınız çabanın odadaki eşya kalabalığını nasıl daha karmasık hale getirdiğini görüyorsunuzdur... Başladığınız anda ki gibi hala 2 seçeneğiniz var, bir farkla... Ya tercih etmediğiniz kapıdan odayı darmadağın ederek bulduğunuz anahtarı kullanarak cıkacak ve hayatın size o kapıdan verdiklerini alacaksınız, ya da zamanın gecmesine aldırmadan diğer anahtarı aramaya devam edeceksiniz... Belki o sırada bir dijital takvim cıkacak karşınıza... Teknoloji çağı ne de olsa! o odanın içinde istemediğiniz o lanet anahtarı ararken yıllar geçmiş, farkedeceksiniz.. Belki diğerini ararken orada harcayacaksınız ömrünüzü, kim bilir belki gözünüzün önünde duran o kocaman anahtarı göremeyecek kadar kör olacaksınız... Her koşulda hayatınızı riske atacak, %50 ihtimalle kazanacak ya da kaybedeceksiniz..

Bahsettiğim oda yerine kendimizi koyarsak eğer, bir fark göremeyeceğiz aslında... Tıpkı o oda gibi çıkış yolları aradığımız bir hayatın içinde isteklerimiz ve zorunluluklarımız doğrultusunda bazen istemeden de olsa kendi yarattığımız karmaşanın içinde doğru yolu bulma çabası ile debelendiğimizi görürüz. Ama artık bilmeliyiz ki doğru diye birşey yoktur hayatta, olması ve yaşanması gerekenler ile asla olamayacak olan hayallerimiz! arasında kalıyoruz, kalacağız da... Derler ya hani argo bir tabirle "tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak" diye... Dünyanın bize ve hayatımıza tecavüzü kaçınılmaz işte! Şuandan itibaren vakit bütün olumsuzluklardan zevk ve ders alma vaktidir. Hayatın tadını çıkartma vaktidir!

Cuma, Mayıs 06, 2011

İÇTEN...


Hiç alışık olmadığı bi güç var üzerinde, bir taraftan LIFE IS WONDERFUL! diye bağıra bağıra şarkılar söyleyesi geliyor, midesi bulanıyor, yanakları ağrıyor sürekli gülmekten, sonra çat diye kendine gelmesi gerektiğini farkedip, bir anlamda kendisi ile çelişip bocaladığını hissediyor, bir anda.. Ama o kadar çabuk uçup gidiyor ki bu mantıklı olma duygusu, adeta bir sabun köpüğünden baloncuk gibi.. puf!
İndiği anda yok oluyor yeryüzünde . Sonra yine yüz kasları çalışmaya başlıyor işte..
Evet tam olarak gözlerinin önünde canlandırdığın gibi, daha farklı değil asla :)

Onca yıl sen burada,
Onca yıl ben burada.
Yollarımız hiç kesişmemiş bu nisan akşamı dışında ;)
Olamaz mı?
Olabilir :)

Hayatı boyunca hiç bu kadarını hissetmediğini düşünüyor, aslında biliyor da.. Öyle emin ki, ilk defa böylesi net bakıyor hayata... Çok başka, çok gerçek ve çok güzel... Bütün "ÇOK" lar bir arada ne güzel değil mi:) İçindeki hiç birşeyi tutamıyor O'na karşı...
Adeta bir duygu söktürücü ilaç gibi...
Belki bir şişe kırmızı şarap, belki de yıllardır içmediği sek rakı gibi...
İçtikçe daha çok konuşturuyor, daha çok dışa vurduruyor duyguları...
Gözlerinin içinin gülmesine, midesinde uçuşan kelebeklerin yaşamasına, unuttuğu heyecanın içini titretmesine neden oluyor tüm bunlar...

O kadar çok korktuğu şey var ki aslında hayatla ilgili...
O kadar çok tedirgin eden kendisini...
Ama O'nu düşündüğü anda birdenbire bütün korkularına savaş açan o güçlü kadın kozasından çıkıyor kılıcıyla... Kılıcı dediğime bakmayın! O'nun kılıcı; aslında kocaman olmuş kalbi bir anlamda... Ölümüne savaşıyor belki de hayatla... Artık umrunda değil döktüğü kanlar yıllardır süregelen iç savaş boyunca. Öyle mutlu ki, öyle huzurlu ki... Hele o gözleri! Öyle güzel öyle heyecanlı öylesine parlak ve sevgi dolu bakıyor ki... Kelebeklerden bahsetmiştik ya!
O kelebekler sadece içinde uçuşmuyor aslında, baktığı her yerde gördüğü her güzel şeyde hatta dinlediği her şarkıda var o kelebeklerin etkisi ...
Anlatmıştım ya hani; sanki bir ispanyol kelebeği...

Pazartesi, Mayıs 02, 2011

İSPANYOL KELEBEĞİ

Madem öyle, madem okuyacaksın herşeyi ozaman bu cümleler de sana olsun sevgili :)

Bazı insanlar vardır hayatlarında asla birşeylerin tam anlamıyla yolunda gitmediğini, sonsuza kadar da düzelmeyeceğini, hatta düzelmek ne kelime!! daha fazla kötüleşebilme ihtimali üzerinde durup, kendi kendini depresif yapan ya da bir şekilde kendine koruma kalkanı oluşturan, duvarlar ören, sürekli mantığıyla hareket edeyim derken herşeyi birbirine katan ve en önemlisi ; kolay kolay hiç birşeye inanmayan, gerçek olamayacak kadar güzel demekle yetinen...
Güzel olan herşeyde bir olumsuzluk arayan...
İnanmak istese bile kolay kolay inanamayan...
Birileri var, birileri..
Böyle insanlar da var, tam tersi insanlar da biliyorum...

Ben hangisiyim biliyor musun?
Artık hiç biri :)

Hayatımın bir yerinde, hiç ummadığım bir anda, hiç ummadığım bir yerde, belki en paspal halinde dünyaya baş kaldırıp kendi kendimi sorgulamaya başlamışken omzuma konan küçük bir ispanyol kelebeği gibi hayatımın akışını, düşüncelerimi, korkularımı, duygularımı, belki gülümsememi bile inanılmaz bir hızla inanılmaz bir şekilde değiştiren; sorgularımı, suallerimi, en önemlisi mantığımı yerle bir edip bulutların üzerinde birlikte mutluluktan uçabileceğim bir insan olduğunu gördüm. Belki çok erken bu yazılanlar için ama hissettiklerim içimden taşarken bunları köhne, kuytu odalara hapsedemiyorum...

Evet evet çok erken:) insanın içinde tuttuğu sözcüklerin yükü sahibine ulaşması gereken zamanını geçirdikçe kalbi, bedeni hantallaştırıyor. Taşıyamıyorsun, geciktiğin için söyleyemiyorsun da...

Korkma sakın, bunlar yük değil çünkü :) içimden taşanlar dedim ya!

"Sen neredeydin bu güne kadar?"
Paralelinde bir yerlerdeydim, paralelimde bir yerlerdeydin... Ne daha erken ne  de daha geç! Olması gerektiği zamanda, olması gerektiği yerde ve şekilde..
Birkaç dişli yer değiştirdi ikimizin de içinde bir yerlerde.
Sonuç mu?
Karşındayım işte! :)
Karşımdasın.
Güzel bir gülüş, tatlı bir öpücükle yanımdasın.. Şapşal bir gülümseyişle yeniden başlamama, hatta umutlanmama,
Ve aylar sonra yeniden yazmayı istememe sebep olansın...

Çarşamba, Nisan 20, 2011

AbnormaL

Yağmur duası var ya şimdi,
Güneş duası da var mı?
Güneş açsın sıcak olsun desem olur mu?
Yazmayı da unutmuşum, yazma duası var mı?
Yazabilmeyi dilesem işe yarar mı?
Sevmeyi de unutmusum dememi bekliyorsun ama söylemem!
Ama normal şeyler dilemeyi unutmuşum, anormal dileklerim de kabul olur mu?

Salı, Şubat 22, 2011

Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita

"Sen bir rota çizmiş olsan da kesinkes, yolun hep bir planı vardır senin hakkında. Yolları yolculuk, yola çıkanı yolcu yapan budur. Aldanmazsan, kapılmaz ve yanılmazsan varamazsın yolun gideceği yere. Yolculuğun gizi budur: Kaybetmezsen yolunu bulamazsın aslında.
Bir soru'n olmalı mutlaka. O soruyu sormalısın, kimsenin anlamadığı bir dilde konuşan ve hep aynı cümleyi tekrar eden bir derviş gibi döne döne aynı soruyu sormalısın. Cevap, başlangıçta tahmin ettiğinden ne kadar uzakta ise gerçeğe o kadar yakındır. Sarsılmamışsan, soru'nu kaybetmekten korkmuşsan, hiçbir yere gitmemişsindir aslında.
Düzenin bozulmalı. Evden çıkmak budur aslında. Yolculuk, bir düşmek ve kalkmak meselesidir. Eve yaralarla dönülmüyorsa hiç gidilmemiştir...
Sadece uzaklardan gelenler bilirler evlerinin kokusunu. Yollara, evlerimizi anlamak için çıkılır. Fakat yolda bulduğun cevaplar eve geldiğinde, yakalanmış kelebeğin renklerinin sönmesi gibi parça parça dağılır. Yola ait cümleler, yazıktır ki hep yolda kalır. Onlar, yolun cevaplarıdır. Döndüğünde anlatacağın hep biraz renksiz bir hikayedir. Cevaplar, suyun altında çok renkli görünen ama sudan çıkıp kuruduğunda renkleri sönen çakıl taşları gibidir. Bu, sana böyle gelir. Oysa yeni çocukların yeni yollara çıkması için o çakıl taşlarını getirmek, sözün büyülü suyuyla yeniden ıslatmak, renklerini yeniden canlandırmak gerekir.
Göz doyar mı? Ne kadar görse, doyar? Bazı gözlerin ne görse öğüten bir bakışı vardır; doymaz kapanana kadar. Akıl kaç soruyu cevapladığında soru sormaz artık? Belki akıl, cevapladıkça çoğaltır soruları. Kaç yüz gördüğünde görmüş olursun bütün yüzleri? Kaç tanışma sona erdirir şaşırmayı? Göğüs ne zaman sonuna kadar dolmuş olur aldığı nefeslerden? Son nefesini verdiğinde mi?..
Bazısı insanların, durulmadan ölür. Kimisi yosun tutmaz hiç. Dünya ve insanlık, o insanların hayalleriyle iyileşir."
Ece Temelkuran-Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita

Perşembe, Şubat 03, 2011

O kadın, şimdi ... yok!

Yine karmaşa, tıkanma, nefessiz kalma...
Geçmek bilmeyen migren ağrıları mı can yakan, iç kemiren hastalık korkuları mı bilemez... Hayat mı? Hala belirsiz.. Biliyor aslında bütün nedenler, niçinler insanın içinde, derinlerinde biryerlerde, ortaya çıkmak için bir kuş gibi çırpınıp dursa da, umursamıyor... İlk anda anlam veremese de gördüklerine, karşısındaki körelmiş insan da kendisi işte! Aynadaki aksinden onunla alay eden kendini bile göremiyor, tanıyamıyor... Düşünsenize bundan daha ötesi ne olabilir?

Kararsızlıkları yüzünden 'gelgit'lerinin içinde boğuluyor. Belki de boğularak ölüyor, o dahil hiç kimse farketmeden, ağır ağır sancılı bir biçimde ölümle pençeleşiyor...

Hiçbir biçim kalmamıştı hani Dünya'da denenmedik! Kalmış işte, her an farklı bir biçimde kanı çekiliyor damarlarından... Korkmaktan korkar oldu, o korkusuz kadın! Bıraktı, bırakıyor tam da istendiği gibi sonucunu bilmeden... Tanrıya yakarışlarında bile kararsız kalmış bir kadın, ne istediğini, ne yaptığını ve neyi niçin yaptığını bilmeden yalvarmaya çabalıyor... Gitmek istiyor, uzaklara... Hem katil gibi görüyor kendini, hem kurban.. Buna bile karar veremiyor... Birileri iyi kadın dediğinde ona, "Kötüyüm ben!" diye haykırıp "Kötü" olmaya çabalıyor... Kötü dediklerinde içindeki iyiliği ortaya çıkarmak için debeleniyor... Kararsız kalmış hayatta! Kararsız bir kadın "GİTMEK"le "KALMAK" arasında...

Ö

Ben sende, herşeye rağmen beni gülümsetebilmek için kendinden vazgeçip benimle ilgilenmeni sevdim, Taksim'de bir akşam Sokak'a karşı bira içip, içimdeki karmaşaya rağmen hala 'acaba' larımın olmasına neden olabilmeni sevdim.. Belki yanlış belki doğru bir karardı, ama hiç canını yakmak istemedim o ya da bu şekilde seni sevdim..

Bir yerlerde bir yanlış yaptım, hala yapıyorum... Ama düzeltmek için yanlışımın özüne inemiyorum, bulamıyorum...

Kimi kandırıyorum ki! Kendimi mi, etrafımdakileri mi! Bunu bile bilmiyorum, acizim aciz! En zor olanda bu işte;
Hem katısın, hem aciz..
Hem zayıf, hem güçlü..
Hem katil, hem kurban..
Hem su, hem toprak..
Hem Sen, hem Ben!

Cuma, Ocak 21, 2011

... Badem ...

Bir başkasının kaybı olduğun anda "kıymetlisi" olmak değil mi sanki en çok can yakan, kalp kıran... Beklenen ancak gelmeyen, beklenen gelmeyen ve beklenmekten vazgeçilen... Değerlisin işte! Kıymetli, güzel bakan, çaba harcanan!
Sensin o!
AĞLATILAN.

Belki de sadece sen olmayacaksın, kim bilebilir ki! Ne söylenebilir, "ya başkasını da incitirse" korkusuyla içinde yaşattığın bir kaktüs, diken, ısırgan...
Yakıyor işte canını!
Acıtıyor!
Zorlama hayatı! Çabalama boşuna kaybettin artık!
HEBA ETTİN...
Önceni, sonranı, belki de bütün ömrünü yok yere harcadın, O'nu harcadın sen O'nu! Üstelik çıkamayacağı dağları tırmandırmaya çalışıyorsun sadece sen istediğin için... Vazgeçmesini istiyorsun hayattan, sadece seni yaşasın, bencilce... Sen onun vazgeçmesini istiyorsun, ama O'na O'ndan vazgeçmeyeceğini söylüyor, Dünyayı etrafında döndürüyorsun! Bu gerçekleri bir yerlerden, birilerinden duymalısın... Dünya her an kendi kafasına göre dönüyor, ne Seni, ne O'nu ne de Beni umursamadan, durmaksızın, hiçbirşeyi kaale almadan... Anladın mı! Umurunda değilsin lanet Dünyanın!