Salı, Mayıs 24, 2011

Opsiyonel Hayat

Hayat hiç ummadığın anlardan ibaret aslında... Hani derler ya gözlerimi kapatsam sonra bir açsam senin yanında olsam, şimdi uyusam uyandığımda bütün işler bitirilmiş olsa, keşke tüm bu yaşananlar bir rüya olsa uyandığımda bu acıların hepsini unutsam, birşey olsa da hafızamı kaybetsem beni kıran, üzen bütün kötü anıları ve kötü insanları unutsam... Aslında farkında olmadan hepsi gerçek oluyor-"da" sanki biz istediğimiz için değil de hayat öyle istediği için oluyor gibi geldiğinden olsa gerek kıymetini bilmiyoruz.

Bir de umduğun ama bir türlü olmayan anlar vardır hayatta, evet evet tamda bu işte; İSTİSNA! Gerçekleşmesi için bütün ömrünü heba etmeyi göze aldığın ama bir türlü kenarından köşesinden bile geçemediğin, buna rağmen kanın kalbine pompalandıkça arzuladığın şeyler... Kimisi buna hayatta kalma amacı diyor, kimisi gençlik iksiri.. Çünkü bu şiddetli arzular seni dinç tutup, hayatını yaşanır kılıyor bir nevi.

Adeta iki kapısı olan bir oda gibi aslında.. Mühim olan hangi kapıyı seçeceğimizdir. Oysa bazen öyle zor şartlarda seçim yapıyoruz ki istemesek bile şartlar gereği yanlış olana gidiyoruz. Evet bir odanın içindeyiz, eşyalarla dolu.. O kadar çok gereksiz, saçma sapan eşya var ki o odanın içinde, her ne kadar sadece iki kapıdan birini seçeceğiz desekte o kalabalıkta sözkonusu kapıların kilitli olduğunu ve tüm bu kalabalık eşya, ıvır zıvır güruhunun içinde istediğimiz anahtarı bulmak için çabalarken zamanın aslında ne kadar hızlı geçtiğini farkediyoruz... Ve bingo! İşte anahtarlardan birini buldunuz... ve maalesef bulunan bu anahtar açılmasını istediğiniz kapının anahtarı değil... "Peki ya diğeri nerede?" diye düşünmeye başladığınız anda o gereksiz anahtarı  bulmak için harcadığınız çabanın odadaki eşya kalabalığını nasıl daha karmasık hale getirdiğini görüyorsunuzdur... Başladığınız anda ki gibi hala 2 seçeneğiniz var, bir farkla... Ya tercih etmediğiniz kapıdan odayı darmadağın ederek bulduğunuz anahtarı kullanarak cıkacak ve hayatın size o kapıdan verdiklerini alacaksınız, ya da zamanın gecmesine aldırmadan diğer anahtarı aramaya devam edeceksiniz... Belki o sırada bir dijital takvim cıkacak karşınıza... Teknoloji çağı ne de olsa! o odanın içinde istemediğiniz o lanet anahtarı ararken yıllar geçmiş, farkedeceksiniz.. Belki diğerini ararken orada harcayacaksınız ömrünüzü, kim bilir belki gözünüzün önünde duran o kocaman anahtarı göremeyecek kadar kör olacaksınız... Her koşulda hayatınızı riske atacak, %50 ihtimalle kazanacak ya da kaybedeceksiniz..

Bahsettiğim oda yerine kendimizi koyarsak eğer, bir fark göremeyeceğiz aslında... Tıpkı o oda gibi çıkış yolları aradığımız bir hayatın içinde isteklerimiz ve zorunluluklarımız doğrultusunda bazen istemeden de olsa kendi yarattığımız karmaşanın içinde doğru yolu bulma çabası ile debelendiğimizi görürüz. Ama artık bilmeliyiz ki doğru diye birşey yoktur hayatta, olması ve yaşanması gerekenler ile asla olamayacak olan hayallerimiz! arasında kalıyoruz, kalacağız da... Derler ya hani argo bir tabirle "tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak" diye... Dünyanın bize ve hayatımıza tecavüzü kaçınılmaz işte! Şuandan itibaren vakit bütün olumsuzluklardan zevk ve ders alma vaktidir. Hayatın tadını çıkartma vaktidir!

Cuma, Mayıs 06, 2011

İÇTEN...


Hiç alışık olmadığı bi güç var üzerinde, bir taraftan LIFE IS WONDERFUL! diye bağıra bağıra şarkılar söyleyesi geliyor, midesi bulanıyor, yanakları ağrıyor sürekli gülmekten, sonra çat diye kendine gelmesi gerektiğini farkedip, bir anlamda kendisi ile çelişip bocaladığını hissediyor, bir anda.. Ama o kadar çabuk uçup gidiyor ki bu mantıklı olma duygusu, adeta bir sabun köpüğünden baloncuk gibi.. puf!
İndiği anda yok oluyor yeryüzünde . Sonra yine yüz kasları çalışmaya başlıyor işte..
Evet tam olarak gözlerinin önünde canlandırdığın gibi, daha farklı değil asla :)

Onca yıl sen burada,
Onca yıl ben burada.
Yollarımız hiç kesişmemiş bu nisan akşamı dışında ;)
Olamaz mı?
Olabilir :)

Hayatı boyunca hiç bu kadarını hissetmediğini düşünüyor, aslında biliyor da.. Öyle emin ki, ilk defa böylesi net bakıyor hayata... Çok başka, çok gerçek ve çok güzel... Bütün "ÇOK" lar bir arada ne güzel değil mi:) İçindeki hiç birşeyi tutamıyor O'na karşı...
Adeta bir duygu söktürücü ilaç gibi...
Belki bir şişe kırmızı şarap, belki de yıllardır içmediği sek rakı gibi...
İçtikçe daha çok konuşturuyor, daha çok dışa vurduruyor duyguları...
Gözlerinin içinin gülmesine, midesinde uçuşan kelebeklerin yaşamasına, unuttuğu heyecanın içini titretmesine neden oluyor tüm bunlar...

O kadar çok korktuğu şey var ki aslında hayatla ilgili...
O kadar çok tedirgin eden kendisini...
Ama O'nu düşündüğü anda birdenbire bütün korkularına savaş açan o güçlü kadın kozasından çıkıyor kılıcıyla... Kılıcı dediğime bakmayın! O'nun kılıcı; aslında kocaman olmuş kalbi bir anlamda... Ölümüne savaşıyor belki de hayatla... Artık umrunda değil döktüğü kanlar yıllardır süregelen iç savaş boyunca. Öyle mutlu ki, öyle huzurlu ki... Hele o gözleri! Öyle güzel öyle heyecanlı öylesine parlak ve sevgi dolu bakıyor ki... Kelebeklerden bahsetmiştik ya!
O kelebekler sadece içinde uçuşmuyor aslında, baktığı her yerde gördüğü her güzel şeyde hatta dinlediği her şarkıda var o kelebeklerin etkisi ...
Anlatmıştım ya hani; sanki bir ispanyol kelebeği...

Pazartesi, Mayıs 02, 2011

İSPANYOL KELEBEĞİ

Madem öyle, madem okuyacaksın herşeyi ozaman bu cümleler de sana olsun sevgili :)

Bazı insanlar vardır hayatlarında asla birşeylerin tam anlamıyla yolunda gitmediğini, sonsuza kadar da düzelmeyeceğini, hatta düzelmek ne kelime!! daha fazla kötüleşebilme ihtimali üzerinde durup, kendi kendini depresif yapan ya da bir şekilde kendine koruma kalkanı oluşturan, duvarlar ören, sürekli mantığıyla hareket edeyim derken herşeyi birbirine katan ve en önemlisi ; kolay kolay hiç birşeye inanmayan, gerçek olamayacak kadar güzel demekle yetinen...
Güzel olan herşeyde bir olumsuzluk arayan...
İnanmak istese bile kolay kolay inanamayan...
Birileri var, birileri..
Böyle insanlar da var, tam tersi insanlar da biliyorum...

Ben hangisiyim biliyor musun?
Artık hiç biri :)

Hayatımın bir yerinde, hiç ummadığım bir anda, hiç ummadığım bir yerde, belki en paspal halinde dünyaya baş kaldırıp kendi kendimi sorgulamaya başlamışken omzuma konan küçük bir ispanyol kelebeği gibi hayatımın akışını, düşüncelerimi, korkularımı, duygularımı, belki gülümsememi bile inanılmaz bir hızla inanılmaz bir şekilde değiştiren; sorgularımı, suallerimi, en önemlisi mantığımı yerle bir edip bulutların üzerinde birlikte mutluluktan uçabileceğim bir insan olduğunu gördüm. Belki çok erken bu yazılanlar için ama hissettiklerim içimden taşarken bunları köhne, kuytu odalara hapsedemiyorum...

Evet evet çok erken:) insanın içinde tuttuğu sözcüklerin yükü sahibine ulaşması gereken zamanını geçirdikçe kalbi, bedeni hantallaştırıyor. Taşıyamıyorsun, geciktiğin için söyleyemiyorsun da...

Korkma sakın, bunlar yük değil çünkü :) içimden taşanlar dedim ya!

"Sen neredeydin bu güne kadar?"
Paralelinde bir yerlerdeydim, paralelimde bir yerlerdeydin... Ne daha erken ne  de daha geç! Olması gerektiği zamanda, olması gerektiği yerde ve şekilde..
Birkaç dişli yer değiştirdi ikimizin de içinde bir yerlerde.
Sonuç mu?
Karşındayım işte! :)
Karşımdasın.
Güzel bir gülüş, tatlı bir öpücükle yanımdasın.. Şapşal bir gülümseyişle yeniden başlamama, hatta umutlanmama,
Ve aylar sonra yeniden yazmayı istememe sebep olansın...