Perşembe, Aralık 30, 2010

Haydi başlıyoruz geriye doğru saymaya 365, 364, 363, ....

Adettir geriye doğru saymak. Ben biraz erken başladım sadece :) Geçip giden koskoca bir yılı, söylerken dile kolay gelen 365 günü, şimdi burda bir çırpıda özetlemek saygısızlık olur biliyorum ama belki sadece aklıma kazınanları, hayatıma yer edenleri, canımı yakan olayları, kalbimi kıran insanları, çok mutlu olduğum anları, amaçsız seyahatlerimizi hatırlayabilirim...

Her yıl olduğu gibi 2010 yılına girerken de bir sürü karar aldım belki uygulamayacağım ama yine de aklımdaki ve checklistimdeki varlığıyla beni rahatlatan kararlar... Kaçını uyguladım, kaçını görmezlikten geldim, üzerlerine kaç tane daha spontane karar aldım bilmiyorum. Ama birazdan terazideki dengelere baktığımda 2011 için neleri yapmam veya neleri yapmamam gerektiği hakkında en azından bir fikrim olacak gibi hissediyorum. Ama biliyorum ki hissettiklerimin hiç birini yapayacağım yine içimden geldiği gibi olacak herşey. Başka seçeneğim yok mutlu olmak için.

2010 yılının ilk dakikaları; yanımda en sevdiğim arkadaşlarımdan biri, çöpçatanlığını yaptığım sevgilisi ve onun tanımadığım herbiri bir çift olan arkadaşları! Kankamın üzerine kızın birinin kusması, votka istedim diye ispirto getirmeleri, şarap isteyince al sana sirke demeleri, (rakı hakkında konuşmam bile) sınırsız içki olmasına rağmen 1 biranın saatlerce gelmemesi gece boyunca da en fazla 3 bira içebilmiş olmamın verdiği gerginlikle başladık yeni bir yıla... Bu arada düğün havasında geçtiğini söylememe gerek bile yoktur eminim! Nakkaştepe, Rakkas! mükemmel manzarasına, dekorasyonuna ve ihtişamına rağmen kesinlikle bir daha asla önünden geçmeyeceğim mekan olarak adını beynime kazıdı. Zaten arkadaşlarımın halt etmesiydi oraya gitmemizin sebebi... Yoksa benim kalkıpta gideyim diyeceğim bir mekan kesinlikle değil...

Kötü başladım belki ama kendi kendimi mutlu etmesini de bildim... Yıllardır istediğim Nikon'cuğumun bir kaç model altı da olsa bir Nikon aldım... 2011 de Fisheye ve tele objektifleri almaya adamalıyım kendimi :) Sevgili fotoğraf makinamla çok eğlenceli yerlere gidip çok eğlenceli çekimler yapacağımı düşünüyordum aslında bu yıl, ama her seferinde ya fazla içtiğim, ya da uykum geldiği için yalan oldu :) Ama bu demek değildir ki güzel fotoğraflar çekmedim. Mesela DragonFest'e giderken arkadaşlarıma yürüyerek gidebileceğimizi iddaa edip kasımpaşa sokaklarına daldığımda çok güzel kareler yakaladık:) Veya gezmeceler sırasında çektiklerimiz de kayda değer fotoğraflardı:)

Durup dururken ucuz bilet bulduk diyerek, henüz ne pasaport, ne vize, ne de izin hakkımız varken uçak bileti aldığımız yurtdışı tatillerimizin ilk durağı Amsterdam'dı. Zaten sonra nerde bilet görsek ucuza, alır hale geldik. Yeni alışkanlığımız bu oldu Lacrosiere ile :) Haritalarımızı elimize alıp gezer olduk her yeri. Hollanda dönüşü dayanamayıp İspanya biletlerimizi alıverdik. Ve hatta İspanya'ya daha gitmeden en ucuz biletlerimiz olan İtalya biletlerimizde elimizdeydi... Tabi ki Barselona'da neler yaşayacağımızı bilmiyorduk. Nasılsa vizemiz var masrafımız olmaz diyerek almıştık. Ancak Barselona seyahatimizin 3. gününde benim çantamın çalınması birçok planımızı altüst etti. Pasaportum, telefonum, kredi kartlarım herşeyim gitmişti. Kötü bir duygu hatta duygu falan değil, ŞOK! İnsan inanamıyor bunun olduğuna ama olabiliyormuş işte... Her neyse Barselona'ya yolunuz düşerse çantanıza sahip çıkın 2 saniye boş bırakmaya gelmiyor... Bir daha Barselona'ya gitmek ister miyim? Pek sanmıyorum... Barca'nın ardından sırada İtalya turumuz vardı.

Bu kez  Lacrosiere 'in yanı sıra iki sürpriz konuğumuz daha vardı. Yaşlı Doğmuş Genç Kadın ve Yeşil Mercibek 'imiz de bizimleydi... İnanılır gibi değil! Dördümüz hep birlikte adalara gitmeyi beceremezken Roma'daydık! Ne söylenebilir ki! Mükemmeldi...

Açıkçası hiç birimiz geri dönmek istemedi... Tekrar gitmek üzere geri döndük yuvamıza... Sıradaki durağımız mı? Bilmem ruh halimize bağlı :)

Bütün sene boyunca tabi ki sadece gezmedim, çalıştım da... Yeni istekleri, yeni dilekleri gerçekleştirebilmek için çalışmak şart mantığını kafama yerleştirip her sabah 05:30' uyanıp işe gittim. Durmadan dinlenmeden bir çok şey yaptım. Durup dinlenecek zaman bulamazken bile arkadaşlarımı asla ihmal etmedim. Yoğun, yorucu ve hızlı geçirdim günleri...

Nisan ayında pamuk saçlı kraliçem hastalandı. Her gün işten çıkıp hastaneye gittim çünkü onu görmediğim bir güne bile dayanamıyordum. Bir ay boyunca dua ettim oradan benim kolumda çıktığı günü görmek için  ... Ailenin en güçlülerinden biri oldum Pamuğum için... Her gün her dakika söz verdik birbirimize hastaneden çıkınca yapacaklarımız hakkında, her defasında sakın gitme dedim O'na...
Tutamadı sözünü, Gitti...
Mayıs ayında hepimize veda etti ve gitti... Özlüyorum Pamuğumu... Yarım kalanları O olmadan nasıl tamamlarım bilmiyorum. O'nun bıraktığı gibi bir çok şey, dokunamıyorum, şekli bozulmasın diye hikayelerinin... Bazen rüyalarımda anlatıyor bana, uyandığımda yine unutuyorum...

Aşk mı? Oldu mu demeliyim olmadı mı bilmiyorum... Üzerime karabasan gibi çöken, bir türlü ilişki kategorisine giremeyen, kesinlikle anlaşamadığım ama garip bir şekilde beni çeken bir kuvvet vardı hayatımda... Kimilerine göre imkansız görünen, bazen kararsızlık diye nitelendirdiğim, halbuki gerçekte tam anlamıyla zaman kaybı. Ne gerçek, ne de hayaldi hissettiklerim... Yazdıklarımdan nasıl bir ruh haline sürüklendiğimi anladım. Son bir şans verdim, kullanamadı. Birden bire uyandım. Yorulduğumu hissettim. Gereksiz bir yorgunluk olduğuna kanaat getirince de puf!

Güzel insanlarla da tanıştım son günlerde. Eski beni buldum onların yanında, kendim oldum, huzur buldum... "İşte hayat bu!" dedim ve gülümsedim...

Ya şimdi, bu dolu dolu ve yorucu 2010'un bizi terk etmesine 27 saat kala çok mutlu olduğumu söyleyebilirim. Çünkü biliyorum ki 2011 benim yılım olacak!

O halde daha şimdiden Hoşgeldin 2011 :)

Perşembe, Aralık 23, 2010

Geçmişe Yolculuk

21 Aralık en uzun gece, en yalnız ve en karanlık; üzerine bir de Ay tutulması! En uzun, en stresli, en kabus, en gergin hafta olacak değil mi şimdi? Oldu bile.. Ama ilginç olan bahar tadındaydı bu kabus... Sanırım en güzel yanı da bu bahar havası.. Sevmiyorum ben kışı, kışın kasvetini, karanlığını.. Hep bahar olsun bana hep çiçekler dallarında... Korkulardan uzakta, hayallere dalacağım kokular arasında geçsin ömrüm. Huzuru hissetmek istiyorum böyle zamanlarda... Kasveti dağıtıp aydınlatmak istiyorum dünyamı, Bir yandan Gogol Bordello çalsın fonda, diğer yanda güneş sıcaklığıyla göz kırpsın bana gökyüzünden, kara kara bulutlar gitsin artık üzerimizden! Pamuk gibi sevimli kuzu motifli minik bulutlara hayır diyemem ama... Hayalleri daha gerçekçi kılıyor onlar, olmadan asla!

Dün gece 10 yıl önce yazmaya başladığım bir defterim geçti elime... 2 yıldır dokunmamışım üzeri tozlu, içi acıyla doluymuş... Ama umut her daim sayfaların arasından gözkırpmış bana... Elime aldım üzerindeki tozdan kurtardım onu ilk olarak... Korktum sayfaları aralamaktan, ya canım acırsa, ya kırarsa umutlarımı on yıl önceki ben! O zaman toparlanmak daha kolaydı, şimdi çok zor...

Dayanamadım araladım sayfaları tozlar sayfa aralarından da uçuştu yüzüme doğru. Hapşırdım. 'Çok yaşa!' dedi bir ses defterin içinden... Unutmamış beni, gülümsedim. Farklı bir güven duygusu yayıldı kanımla beraber damarlarımdan vücudumun her bir milimetrekaresine, o kadar hızlıydı ki difüzyon, açıvermişim defteri o hazla. Sanırım hayatımda hakkında bu kadar çok yazdığım başka bir adam daha yoktur dedim içimden... Yine 'O'! Bu defterde de heryerde olduğu gibi geçmişimden geliyor, bırakmıyor peşimi... Okudum, okudum, durdum öylece. Gözlerim doldu. Ağlamadım! Haketmeyeceğini söylemişim on yıl önceki ben on yıl sonraki bana... Dinledim eski dostumu, ağlamadım. Ne kadar çok ayrıntı varmış O'na dair hatırlamadığım... Ne kadar çok acıtmış canımı... Şimdi bir garip tutku kalmış içimde sadece O'na ait sebebini bilmediğim, aklıma geldiğinde yine de gülümseyebildiğim... Silmişim işte en kötü şeyleri, her zaman yaptığım(ız) gibi... Okuyunca on yıl önceki beni, kendime bile inanasım gelmedi! 'Acaba atıyor mu?'! bile dedim kendi kendime... ozamanlar ondan hiç beklemediğim, hiç ummadığım şeyler yapmış bana, ki hala karşıma geçse 'Sana bunları bunları yapacağım, kalbini paramparça etmek için de şunları söyleyeceğim' dese bugün bile inanmam... Sever o beni yapamaz bunları derim. Ama anladım ki sevgiden çok farklı şeyler bunlar... 10 yıl sonra anladım bunu... Biliyorum hala sever o beni, hala aklına geldiğimde güzel hatırlar, gözlerinin içi güler... Hala beni sorar yeri geldiğinde arkadaşlarına, bazen bana... Hala karşılaştığımız da -çok nadiren de olsa- ilk anda sesi titrer, tıpkı benim gibi -Şimdi ki hayatına rağmen!-

Bütün bunlar yüzünden inanamıyorum işte bazı şeylere... Kendi yazdıklarıma, onun yaptıklarına, benim söylediklerime... Ama artık anlayabildiğim birşey var... O sayfaların arasından çıkan gözyaşlarım gösterdi bana neden istikrarlı bir biçimde bir erkeğe güvenemediğimi... Neden uzun süren ilişkiler yaşayamadığımı... Artık sorgulamayacağım bunu, biliyorum çünkü nedenini...

Sanırım 10 yıl önce bugüne dair söyleyeceklerim bitmemiş. Sayfalar beni çağırıyor, umut kırıntıları hala aynı şarkıyı söylüyor bana;

'And when the broken hearted people
Living in the world agree,
There will be an answer,
Let it be.'

Eve döndüğümde geçmişe yolculuğuma bıraktığım yerden devam etmeliyim...

Salı, Aralık 21, 2010

Seninki kaç santim? - Greenpeace

Seninki kaç santim? - Greenpeace: "2050’de dünyadaki balık stokları tükenecek. Denizleri hala sonsuz bereket kaynağı olarak görüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Büyük balıkların %90’ı çoktan yakalandı. Toplam balık stoklarının %60’ı bitti. Gerı kalan %40 ise 40 yıl içinde son bulacak. Balıkların bittiği gün deniz yaşamı da bitecek."

Pazartesi, Aralık 20, 2010

"Life isn't finding about yourself, life is about creating yourself."

                                                            Bernard Shaw

Pazartesi, Aralık 13, 2010

sıkıntıdan çıkma masal çakması!

Hayat aslında masallardan ibaret değil mi? Hep mutlu son olsun diye beklediğimiz... Beklediğimiz!'in ilk günlerinde tutulan bütün dilekler, edilen bütün dualar hatta bakılan fallar onun içinken zaman geçtikçe; dokunamadıkça gerçeklere, kurduğumuz hayallere, hedeften şaşmaya başlamaz mı dileklerimiz... Bu masalın da sonu mutlu değilmiş, yine değilmiş işte! Ne olacak sanki ölecek miyim! demez miyiz... Aşkın ne olduğunu çözmeye çalışırken hatta aşık mıyım değil miyim diye sorgularken, etrafındaki en yakınların, en uzakların sana ellerinden geldiğince ve yaşadıkları doğrultusunda bunu açıklamaya çalışırlarken kafanın allak bullak olduğu o an! İşte o an herşeyden vazgeçme anındır. Bazen yaşananların bir illüzyon olduğunu zanneder tam gülüp geçecekken kendine birden bir merak uyanır içinde ya hayatta aradığım mutluluksa bu diye düşünürken acı çekmeye başlarsın... Çünkü sadece tek bir kelimeden ibarettir yaşadıkların belki bir sakinleştiricinin verdiği etki ile aynı şeyleri hissettim diye geçirirken içinden bir de bakarsın ki hayatında herşey ve hiçbirşeydir. Umutlarının kırıldığı noktadasındır yine herşeye isyan ederken bir an gözlerini açıp karşına bakarsın! Herşey gerçektir, karşındadır işte hayatın, aşkın! Kollarını açmış seni bekliyor...

Mutlu sonla bitsin istedim benim masalım... Hatta bitmesin!
Sonsuza kadar mutlu yaşasınlar...